24 Şubat 2007 Cumartesi

Mustafa Balbay Yazısında Rusya’yı Neden "İran Düşmanı" Gösterdi?




Balbay'ın İran ve Rusya Merkezli Çarpıtmalarına Yanıt

Deniz Yalçın


22 Şubat Perşembe günü Cumhuriyet’te yayımlanan “Rusya’nın İran Manevrası” başlıklı yazısında Mustafa Balbay, Rusya’nın İran’da inşa etmekte olduğu Bushehr Nükleer Enerji Santrali’ne nükleer yakıt sevkiyatını ertelediği yönündeki habere dayanarak, “Rusya’nın İran’dan kurtulmanın yolunu bulduğu”nu öne sürüyor. Bunun için de, Rus devletine bağlı nükleer enerji şirketi Atomstroyeksport’un sözcüsü Irina Yesipova’nın geçtiğimiz hafta başında yaptığı bir açıklamayı kanıt gösteriyor. Buna göre “Rusya, İran’ın Bushehr kentindeki nükleer santralin devreye girmesi için gerekli nükleer yakıtı, ödeme planına uyulmadığı için vermeyecek.” Balbay sadece bu açıklamaya dayanarak, Rusya’nın ABD karşısında boyun eğdiğini ve İran’dan kurtulmanın çaresini aradığını söylüyor.[1]

Rusya Direnemez Mesajı Kime?
Balbay yazısında, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Münih’te gerçekleştirilen Uluslararası Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmasına değinerek şöyle diyor: “Putin’in açıklamaları, Rusya’nın yeri geldiğinde ABD’ye kafa tutabileceğini gösteriyor ama kazın ayağı tam olarak öyle değil.”
Yazının zamanlaması ilginç: Tam da Rusya Devlet Başkanı Putin Münih’teki konferansta, güvenliğin önündeki en büyük engelin ABD olduğunu ilan etmişken[2] ve Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde bu konuşmanın tam metni yayımlanmışken, “Rusya’nın ABD’ye direnemeyeceği” mesajını içeren ve bunun için temelsiz bir gerekçeye yaslanma zorunluluğu duyan bu yazının amacı nedir?

Hedefte Avrasyacılık mı Var?
Balbay’ın yazısının 3 hedefi var: Birincisi, Türkiye’de Genelkurmay dahil birçok öncü çevrede ABD ve AB’ye karşı Avrasya merkezli direniş hattı oluşturulması fikrinin giderek güçlendiği bir döneme denk gelen bu yazı ile, yükselen Rusya faktörü gözden düşürülmek isteniyor. Rusya dahil hiçbir gücün ABD’ye karşı gelemeyeceği mesajı veriliyor. Aslında mesaj, “Rusya ABD’ye direnemiyor, Türkiye de direnemez” yönünde. Kime verildiği de açık.
Balbay, ABD karşıtı hiçbir oluşumda yer alınmaması gerektiği fikrini yaygınlaştırmak için öncelikle ABD karşısında güç kazanan seçenekleri “gözden düşürme” ve bu güçleri de kendi içinde “birbirine düşürme” taktiğini izliyor. Yazının ikinci hedefi bu: Rusya ile İran arasında anlaşmazlık olduğu izlenimini vermek. Üçüncüsü, Balbay yazısındaki kurgu yoluyla Rusya’yı İran düşmanlığı hattına çekerek, Türkiye’deki Avrasyacı yükselişi de İran düşmanlığı hattına çekmeyi amaçlıyor.

Balbay için Bushehr merkezli gelişmenin sadece bir araç olduğu, konunun üzerinde yürütülecek bir araştırmanın ardından belirginleşiyor. Balbay İran ve Rusya’yı karşı karşıya getirecek yazısına kanıt ararken, Bushehr santrali ile ilgili habere dört elle sarılıyor. Ama “kazın ayağı tam da öyle değil”. Peki gerçek durum ne?

Bushehr’de Ne Oldu?
Öncelikle İran’ın Şubat ayı içinde gerekli parayı yatırmadığı yönündeki habere bakalım. Rus Itar Tass haber ajansının 21 Şubat’ta geçtiği habere göre, İran’ın Rusya’ya Bushehr projesi ile ilgili borcu 100 milyon doların altında.[3] İranlı yetkililer bu paranın ödenmesinde bir sorun olmadığını söylüyorlar. İran kaynakları Şubat ayı için Rusya’ya ödeme yapıldığını, ancak sorunun İran Merkez Bankası’nın uluslararası ekonomik ilişkilerde bundan böyle Dolar yerine Euro ile ödeme yapma kararı almasından kaynaklandığını, bunun da teknik bir sorun olduğunu belirtiyorlar.[4] Rusya Euro ile ödeme yapılmasına karşı çıkmıyor, ancak bunun sözleşmede yapılacak bir değişiklikle gerçekleşebileceğini belirtiyor.[5] Dolayısıyla sorun teknik bir sorun ve Bushehr projesi açısından bu bir ilk değil. Rus Hükümeti daha önce de teknik sorunlar nedeniyle projenin tamamlanması için verdiği süreyi birkaç kez erteleme yoluna gitmişti.[6]
Balbay, “Rusya’nın İran’dan kurtulmanın yolunu bulduğu” fikrini güçlendirmek için Rus şirketinin sözcüsünün ifadelerine dayanıyor. Ama şirket sözcüsü Irina Yesipova’nın bu konudaki açıklamasının tamamını köşesine almıyor, işine yarayan kısmını alıyor. Oysa Yesipova yaptığı açıklamanın devamında, sorunun kaynağını şöyle saptıyor: “Bir dizi üçüncü ülkenin İran’a teknik ekipman ambargosu uygulaması nedeniyle Rus üreticiler birdenbire, tesis için gerekli tüm ekipmanı sağlamak zorunda kaldı. Bu çok zor bir durum.”[7]
İran Atom Enerjisi Ajansı Başkan Yardımcısı Saidi’nin 22 Şubat’ta Rus IRNA Haber Ajansı’na yaptığı açıklama da bu doğrultuda. Saidi şöyle diyor: “Sorun, Rus şirketinin İran’a ekipman getirecek para konusunda açığının bulunmasıyla ilgili. Atomstroyexport bizden bu sorunu çözmemizi istedi. İran gerekli ekipmanların satın alınması için beliren bu maliyeti karşılayacaktır.”[8]

Sorun Teknik
Hem Rusya hem de İran, sorunun kaynağında İran’a uygulanan ambargo nedeniyle teknik ekipman alım ve nakliye maliyetlerinin artmasının bulunduğunu belirtiyor. 1995 yılında Rusya ile yapılan anlaşmada Rusya’nın tesisi inşa etmesi karşılığında bu ülkeye 800 milyon dolarlık ödeme yapılması kararlaştırılmıştı.[9] Ancak gelinen noktada maliyetlerin artmış olması, Rus şirketinin zarar etmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla Rusya’nın aldığı karar, elektrik üretimi için inşa edilen Bushehr nükleer enerji santraline nükleer yakıt sevkiyatına başlamadan önce, uğradığı finansal zararın İran tarafından tazmin edilmesi arayışları ile bağlantılı. Çünkü proje Rus şirketi için 800 milyon dolardan daha fazla maliyet yarattı. Rus şirketine bağlı bir yetkilinin 19 Şubat tarihli International Herald Tribune gazetesine yaptığı açıklama da bunu kanıtlıyor: “Kasım 2006’da Rusya, İran’da inşa etmekte olduğu tipte bir nükleer enerji tesisini inşa etmek için Bulgaristan ile 2.6 milyar dolar karşılığında anlaşma imzaladı.”[10] Yani Rus şirketi, santral faal duruma geçmeden önce, sözleşme dışında doğan masraflarının tazmin edilmesini amaçlıyor.

Rus Yetkili: Bushehr, İran-Rus İşbirliğinin En Önemli Yönü
Dolayısıyla ortada Rusya’nın İran’dan kurtulmanın yolunu aradığını gösteren tek bir gelişme yok. Tam tersine iki ülke arasındaki ilişkiler en iyi dönemini yaşıyor. Santrali inşa eden şirketin proje sorumlusu Vladimir Pavlov’un 22 Şubat’ta yaptığı açıklama da bu bakımdan çok önemli: “Bushehr Nükleer Enerji Tesisi, Rus-İran işbirliğinin en önemli yönüdür. Bu nedenle projeyi dondurmak ya da ertelemek seçenekleri hiçbir şekilde gündemde değildir, olamaz.”[11]
Gerçek böyle. Ortada Rusya’nın İran düşmanlığında ABD ile buluştuğuna dair tek bir kanıt yok. Bu aşamada esas soru, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı El Baradey, Bushehr santralinin uluslararası açıdan bir sorun kaynağı olmadığını açıklamışken[12], Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov 1737 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ile Bushehr arasında bağlantı olmadığını belirtmiş[13] ve İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji elde etme hakkının bulunduğunu savunmuşken[14], “Rusya’nın İran’dan kurtulmanın yolunu bulduğu” ya da İran konusunda Rusya’nın ABD’ye teslim olduğu çarpıtmasını yapmanın kimin işine yaradığıdır.

denizyalcin7@yahoo.com


Dipnotlar:

[1] Bkz., Mustafa Balbay, “Rusya’nın İran Manevrası”, 22 Şubat 2007, Cumhuriyet, s. 8

[2] Putin’in konuşmasının tam metni için bkz., http://www.tsk.mil.tr/diger_konular/putin_konusma.htm

[6] “Russia Delays Work on Iran’s First Nuclear Plant”, Al Jazeera, 19 Şubat 2007, http://www.aljazeera.com/me.asp?service_ID=13197

[7] “Russia Delays Work on Iran’s First Nuclear Plant”, Al Jazeera, 19 Şubat 2007, http://www.aljazeera.com/me.asp?service_ID=13197

[8] RIA Novosti, 22 Şubat 2007, http://en.rian.ru/russia/20070222/61121241.html

[9] "Iran, Russia Agree on $800 Million Nuclear Plant Deal," Washington Post, 9 Ocak 1995, http://cns.miis.edu/research/iran/rusnuc.htm

[10] Andrew E. Kramer, “Russia Deals a Setback to Iran’s Plan For Reactor”, 19 Şubat 2007, International Herald Tribune, http://www.iht.com

[13] Lavrov’un açıklaması için bkz., The Russian Spy, 11 Aralık 2006,

18 Şubat 2007 Pazar

AKP İLE CHP’Yİ İRAN DÜŞMANLIĞINDA ABD’NİN YASASI BİRLEŞTİRDİ



Deniz Yalçın

Aydınlık, 18 Şubat 2007, sayı: 1022, s.15

http://denizyalcin.blogspot.com

“Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Hükümeti arasında Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesine İlişkin İşbirliği Anlaşması”, 24 Ocak 2007'de TBMM'de kabul edildi.[1] 5575 Sayılı bu kanun, 26 Ocak 2007 tarihinde, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylandı ve Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderildi.[2]
Söz konusu yasayı üç açıdan önemsemekte yarar var. Birincisi bu yasa ile AKP, BOP'ta eşbaşkanlık görevini bir kere daha itiraf etti, pekiştirdi. İkincisi yasanın açık hedefi İran. Zira Türkiye bu yasayla, İran'a dönük ABD planlarında koçbaşı yapılmak isteniyor. Yasa, bunun itirafı niteliğinde. Üçüncü önemli noktaysa, CHP'nin AKP ile birlikte bu yasaya örtülü desteğini esirgememesi; sözde muhalif, özde ise destekçi görünmesi.

Yasanın Gerekçesi BOP Eşbaşkanlığı
Gerek TBMM Dışişleri Komisyonu tarafından hazırlanan Komisyon Raporu'nda gerekse yasa gerekçesi kısmında ifade edilen şu cümle, yasanın Tayyip Erdoğan’ın eşbaşkanlığını yaptığı BOP’un uzantısı olduğunu ortaya koyuyor:
"Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki mevcut işbirliği, 50 yıllık ittifak ilişkisinin yarattığı sağlam zemin, günümüz koşullarının doğurduğu çıkar ve amaç birliği, diğer alanlarda olduğu gibi asimetrik tehditlere karşı verilen mücadelede de birlikte hareket etmemizi gerekli kılmaktadır. "
Günümüz koşullarının doğurduğu çıkar ve amaç birliği nedir? "Günümüz koşulları ile kastedilen BOP; çıkar ve amaç birliği ile kastedilense AKP'nin BOP'ta eşbaşkanlığıdır.

Yasanın Hedefi İran
Yasanın gerekçesinde yer alan şu ifade, bu yasanın açık hedefinin İran olduğunu gösteriyor: "Kitle imha silahlarını temin etmeye çalıştığından kuşkulanılan ülkelerin, yayılmanın önlenmesine ilişkin küresel ve bölgesel düzenlemelere katılımlarının sağlanmasına yönelik çabalar da desteklenmektedir. Bunun yanısıra, yayılmaya karşı savunma ve caydırma amaçlı etkin önlemlerin alınmasına yönelik çalışmalara da katkı yapılmaktadır. Söz konusu anlaşma, bu alanda sarf edilen çabalara destek ve kolaylık sağlayacaktır."
“Kitle imha silahlarını temin etmeye çalıştığından kuşkulanılan ülke” ifadesi ile ABD’nin İsrail’i kastetmediği ortada. Burada açıkça İran'a işaret ediliyor. İkincisi, bu yasanın söz konusu ülkelere karşı savunma ve caydırma amaçlı etkin önlemlerin alınmasına katkı sağlayacağı belirtiliyor. Bu ifade, yasanın ABD'nin 11 Eylül sonrası geliştirdiği "önleyici vuruş doktrini" çerçevesinde çıkarıldığını kanıtlıyor.[3]
Öte yandan bu yasa ile Türkiye ile ABD arasında İran'a karşı düşmanlık, yasal ve bağlayıcı bir zemine çekilmek istenmiştir. Sonuçta bu yasa, İran'ın nükleer silah geliştirmesi durumunda Türkiye'yi tehdit edeceği fikrine hizmet etmektedir. Yasanın Türkiye ile İran arasındaki ilişkileri bozma hedefi bulunmaktadır.

CHP'nin Muhalefeti İran Düşmanlığına Değil
Yasanın onaylanması sürecinde CHP’nin takındığı tavır da dikkate değerdir. TBMM Dışişleri Komisyonu'nun CHP'li üyeleri, ABD Büyükelçiliği'ni ziyaret etmiş ve yasayla ilgili görüşmelerde bulunmuşlardır. Bu görüşmelerde, yasanın İran düşmanlığında Türkiye’yi ABD ile buluşturacak özüne karşı çıkılmamış, uygulamaya ilişkin bazı küçük değişiklikler talep edilmiş ve CHP’li vekillerin ifadelerine göre ABD Büyükelçisi de bu değişikliklere, teknik ayrıntılar olması nedeniyle olur vermiştir. Yasanın TBMM’de kabul edildiği gün, tasarı hakkında söz alan CHP’li vekil Onur Öymen, CHP’nin yasaya aslında destek vermek istediğini, ancak ABD Elçisi’nin İran’a dönük düşmanlık projesinde ciddi bir aksama yaratmayacağını düşünerek bazı değişiklikleri kabul etmesine rağmen, AKP’nin bunları tasarıya yansıtmadığını, bu nedenle de ret oyu vereceklerini ifade etmiştir. Onur Öymen’in ifadesiyle: “Ve biz, belki de olumlu oy vereceğimiz bir anlaşmaya, şimdi sırf bu inat yüzünden olumsuz oy vermek zorunda kalıyoruz.”[4]

Özetle bu yasa, AKP ile CHP’yi İran düşmanlığında ABD saflarında birleştirmiştir. Yasa, ABD tarafından önümüzdeki dönem için zeminleri yoklanan seçeneklerden birisi olan AKP-CHP koalisyonu seçeneğinin İran merkezli ilk icraati olarak görülmelidir.

denizyalcin7@yahoo.com


Dipnotlar:
[1] Kanun metni için bkz: http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5575.html
[2] Bkz., http://www.cankaya.gov.tr/tr_html/ACIKLAMALAR/26.01.2007-3668.html
[3] Önleyici vuruş doktrini, Bush yönetiminin 2002’de açıkladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin temeli niteliğindedir. Bu konuda bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/Bush_Doctrine
[4] Sayın Onur Öymen’in konuşmasının tam metni için bkz:
http://www.onuroymen.com/docs/Öymen,%20TBMM,%2024%20Ocak%202007.doc

7 Şubat 2007 Çarşamba

RAND/CIA RAPORU’NDA VERİLEN GÖREVİ KİMLER YERİNE GETİRİYOR?












Deniz Yalçın

Aydınlık, 4 Şubat 2007, Sayı: 1020, sayfa 16-17


CIA'ya fikir ve strateji üreten RAND Corporation tarafından 2003 yılında yayımlanan ve Cheryl Benard imzasını taşıyan Sivil Demokratik İslam adlı rapor, içinde bulunduğumuz günlerde farklı bir boyutuyla daha önem kazanıyor.
Söz konusu RAND/CIA Raporu, ABD'nin 11 Eylül 2001 sonrasında yürürlüğe koymak için düğmeye bastığı emperyalist strateji Büyük Ortadoğu Projesi'nin gerektirdiği siyasal yapılanmaları ve iktidar modelini kuramlaştırması bakımından önemli. Rapor, İslam dünyasında uygulanacak stratejinin başarıya kavuşması için Ilımlı İslam modelinin yaratılmasını öngörüyor ve bu konuda model olarak Türkiye'yi ve özellikle Fethullah Gülen cemaatini örnek gösteriyor.

AKP’nin Mayası Bu Raporda
AKP'nin ideolojik/siyasal mayasını her yönüyle açığa vuran bu rapora göre, İslam dünyasında 4 temel siyasal konum bulunuyor: Köktendinciler, Gelenekçiler, Ilımlılar ve Laiklik yanlıları.
Raporun başında böyle bir ayrıma gidilmesinden, ABD'nin BOP coğrafyasında siyasal konumlanışları kendisinin belirlemek istediği ve yarattığı cepheleşme üzerinden müttefikler devşirme siyaseti izleyeceği anlaşılıyor. Bu politika, siyasal çelişkilerin ABD/emperyalizm karşıtlığı temelinde biçimlenmesinin önüne geçecek yapay çelişkilerin imdadına yetişmesine bel bağlıyor.

Raporun ilerleyen sayfalarında stratejiye ilişkin ayrıntılar açıklandıkça, bu tezin doğruluğu kanıtlanıyor.
Raporun xi nolu sayfasında stratejinin başarıya ulaşması için yapılması gerekenler şöyle özetleniyor:
-Öncelikle Ilımlıları destekleyin
-Köktendincilere karşı gelenekçileri destekleyin. Gelenekçilerle köktendinciler arasında ittifak oluşmasını önleyin. Ilımlılarla gelenekçiler arasındaki işbirliğinin gelişmesini teşvik edin.
-Köktendincilere açıktan cephe alın.
-Köktendinciliğin ortak düşman olduğu fikrini teşvik edin, laiklik yanlılarının milliyetçi ve solcu ideolojilerle ABD karşıtlığı temelinde ittifaklar oluşturmasını engelleyin.

Laiklik Yanlısı Kesimler?
CIA raporunda Laiklik yanlısı kesimlerle ilgili bölüm dikkat çekici tanımlamalar içeriyor. Rapora göre Ortadoğu’da laiklik yanlısı kesimler söz konusu olduğunda ABD’nin karşılaştığı en büyük sorun, bu kesimin büyük çoğunluğunun solcu olması ve emperyalizm karşıtı, milli duruş sergilemesi(s. 25)
Rapor, İslam ile laiklik arasında uyum olamayacağı tezinin geçersiz olduğunu, zira bu tezin Türkiye modeli çerçevesinde çürütüldüğünü seslendiriyor. Bu nokta önemli, çünkü laiklik konusunda İslam dünyasına Türkiye’yi model olarak sunan bu Rapor’daki “laiklik yanlısı kesimler” ifadesi ile açıkça Türkiye’ye atıf yapıldığı ve “köktendinciliğin ortak düşman olduğu fikrini teşvik edin, laiklik yanlılarının milliyetçi ve solcu ideolojilerle ABD karşıtlığı temelinde ittifaklar oluşturmasını engelleyin” ifadesi ile Türkiye’nin hedef alındığı böylece ortaya çıkıyor.
Raporda ABD'nin açık müttefikinin Ilımlı İslamcılar olduğu ifade ediliyor (s.37). Yedek müttefikler ise laiklik yanlılarıyla gelenekçiler. Asıl düşmansa köktendinciler. ABD yarattığı bu yapay cepheleşme yoluyla “ortak düşman” köktendinciler karşısında iktidar çeşitlemelerini, seçeneklerini çoğaltmayı arzuluyor. Dolayısıyla BOP stratejisi çerçevesinde yedek güçler, anahtar nitelik taşıyor.

ABD Kendisini Çökertecek Gücü İtiraf Ediyor
"Köktendinciliğin ortak düşman olduğu fikrini teşvik et, laiklik yanlılarının milliyetçi ve solcu ideolojilerle ABD karşıtlığı temelinde ittifaklar oluşturmasını engelle" tavsiyesi de bu gerçeği açık biçimde ortaya seriyor. Her şeyden önce bu ifade, Ilımlı İslam modeli ile kol kola ilerleyecek bir Amerikancı laiklik modelini öngörüyor. AKP'nin alternatifi, bu cümlede saklı.
Daha da önemlisi, ABD kendisine yönelen tehdidin adını koyuyor; kimlerin bir araya gelmemesini istediğine bakmak, emperyalizme en büyük tehdidin nereden geldiğini anlamayı da sağlıyor. Emperyalizm karşıtlığı temelinde birleşmelerinin engellenmesi istenen güçler, laiklik yanlısı kesimlerle milliyetçiler ve solcular. Bu, halkçı, milliyetçi ve bilimsel sosyalist güçlerin vatan savunması programında birleşmelerinin engellenmesi isteğinin de itirafı. Raporun bu önerisi, baş çelişmenin resmini çiziyor ve ABD kendisini çökertecek birlikteliğe işaret ediyor. ABD açısından asıl düşmanın Kemalizm olduğu bir kere daha ilan ediliyor.

ABD’nin Verdiği Göreve Kim Talip?
RAND/CIA Raporu’nu bugünlerde yeniden güncel kılan yan tam da burası. Zira yükselen ABD/AB emperyalizmi karşıtlığı temelinde halkçı, milliyetçi ve bilimsel sosyalist güçlerin Kemalist Devrim programında birleşerek Türkiye’yi yeniden bağımsızlık rotasına sokmaları riski karşısında ABD’nin yedeklediği bir kesim, şimdi rolünü daha da açıktan oynuyor.
Bu noktada ideolojik aygıtlar olarak Cumhuriyet Gazetesi ile Kanaltürk’ün, siyasal planda da CHP’nin izlediği Amerikancı stratejinin izlerini CIA Raporu’nda bulmak kolaylaşıyor.

Cumhuriyet ve Kanaltürk’ün Rolü
Cumhuriyet Gazetesi’nde 1 yılı aşkın süredir izlenen İran düşmanı tutum, AKP’yi devirmesi ve CHP ile MHP’yi iktidara taşıması durumunda ABD’nin BOP’ta daha fazla hareket serbestisi kazanacağının gerek İlhan Selçuk’un yazılarında gerekse Tuncay Özkan’ın Kanaltürk’teki programında ifade edilmesi tam da CIA Raporu’ndaki ifade doğrultusunda anlam kazanıyor. ABD, bir yandan bu kesimleri yedekleyerek ulusalcı yükselişi kendi projesi etrafında seferber edecek bir iktidar alternatifi doğurmak, diğer yandansa bu sayede AKP’den sonuna kadar yararlanmak hedefi güdüyor.
Öyle ki süreç, İlhan Selçuk’a bu doğrultuda 16 Kasım 2006 tarihli Cumhuriyet’te şu satırları yazdırabiliyor: “Bush, Ortadoğu'da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye'den başlaması aklın yoludur... Ortadoğu cehennem... Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush'un Türkiye'de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk'ün laik Cumhuriyetini Ortadoğu'da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor... Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK'yi kullanarak Türkiye'yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... AKP'nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... ABD'nin Ortadoğu tasarımında 'revizyon'a, Türkiye'de ise yeni bir iktidara gerek var.”

Resmi Deniz Baykal Tamamlıyor
İran düşmanlığında Türkiye ile ABD’yi yan yana getirmeye çalışan Mustafa Balbay’ın yazı dizileri ve kitaplaştırdığı İran Raporu, Tuncay Özkan’ın ABD’ye verdiği “AKP’yi devir, BOP’ta işbirliği yapalım” mesajları, İlhan Selçuk’un köşesinden ABD stratejisinde görev almak için yakarması resmini CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın şu sözleri tamamlıyor.
“Türk-Amerikan ilişkileri Türkiye için, bu bölgenin barış ve istikrarı için, Amerika’nın bu bölgedeki uzun vadeli bekleyişleri için büyük önem taşıyor… ABD, Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması çabalarına hiç yüz vermedi. Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin güçlü bir devlet olarak ayakta durması büyük önem taşıyordu. Onun gereği dürüstçe yapıldı..Türkiye’nin uzun vadeli olarak ABD ile paralel hareket etmesine karşı olmak için herhangi bir neden görmüyorum.ABD ile aramızda ideolojik bir harp olduğunu söylemek çok yanlıştır… Amerikan aleyhtarı bir oluşuma kesinlikle katkı vermedik. Hiçbir şekilde Amerikan düşmanlığı sergileyecek bir tavır içine girmedik. Meydanlara çıkmadık, örgütümüze kesin talimat verdik, “bu konulardaki yürüyüşler, kitle gösterileri içinde kesinlikle yer almayacaksınız” diye. Çünkü biliyoruz ki ABD, bizim aramızda birtakım sorunlar da olsa sonunda bir araya geleceğimiz, birlikte çalışmamız gereken bir ülkedir.”1

Sonuç olarak söz konusu RAND/CIA Raporu sayesinde, Atatürk'ün emperyalizm karşıtı karakterini ortadan kaldıranların, 6 Ok programını sadece laiklik ilkesine indirgeyerek ABD'nin BOP'unda görev almayı meşrulaştıranların maskesi düşüyor.

[1] 1 Mayıs 2005 tarihinde Star Gazetesi’nde yayımlanan söyleşiden alınmıştır: http://www.zeynelabidinerdem.com/_CHP_BAS_AND_ERDEM

Söz konusu RAND/CIA Raporu: "Civil Democratic Islam: Partners, Resources and Strategies", RAND Corporation, www.rand.org/pubs/monograph_reports/2005/MR1716.pdf

3 Şubat 2007 Cumartesi

AB’nin Yeni Yasa Tasarısı’na Göre Vatanımızı Savunmamız Suç Kapsamında






Deniz Yalçın
3 Şubat 2007


Fransız Parlamentosu'nun 12 Ekim 2006 tarihinde Ermeni Soykırımı'nı inkarı suç sayan yasayı geçirmesinin ardından, Avrupa Birliği de soykırımın (genel anlamda) inkarını suç sayan ve bu suçlara 3 yıla kadar hapis cezası öngören yasayı dönem başkanı Almanya'nın öncülüğünde geçirmeye hazırlanıyor.
29 Ocak 2007'de, AB Dönem Başkanı Almanya tarafından yapılan basın açıklamasına göre, söz konusu çerçeve yasa ile AB ülkelerinde ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının yayılmasının engellenmesi amaçlanıyor.
Yasanın kapsamı çok önemli.
Birincisi ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yasa kapsamında.
İkincisi, ki bizim açımızdan önemli nokta burası: Soykırımın, insanlığa karşı işlenen suçların ve savaş suçlarının AB sınırları dahilinde olumlanması, inkarı ya da küçümsenmesi de suç kapsamına alınıyor. Bunun ne anlama geldiğini aşağıda göreceğiz.
Üçüncüsü de, ırkçı ve yabancı düşmanı güdüler, diğer suç unsurlarında ağırlaştırıcı faktör olarak değerlendirilecek.
Yasanın içeriği bu. AB sınırları içerisinde bu kapsamda suç işleyen kişiler 1 ile 3 yıl arasında hapis cezasına çarptırılabilecek.

Kaynak: http://www.eu2007.de/en/News/Press_Releases/January/0129BMJantiracism.html

Avrupa Birliği ülkelerinin birer birer parlamentolarından Ermeni Soykırımı’nı tanıyan yasalar geçirdiği, Fransa'nın Ekim ayında Ermeni Soykırımı'nı inkarı suç sayan yasayı Meclis'te onayladığı bir süreçte gündeme getirilen söz konusu yasa çok büyük siyasal sonuçlara gebe.
Soykırımın, insanlığa karşı işlenen suçların ve savaş suçlarının AB sınırları dahilinde olumlanması, inkarı ya da küçümsenmesi şeklinde ifade edilen suç unsurunun bu yasayla birlikte benimsenmesi nasıl bir sonuç yaratabilir?
Bunun için önce, yukarıda alıntıladığım basın açıklaması metnine dönelim. Burada soykırımın, insanlığa karşı işlenen suçların ve savaş suçlarının olumlanması, inkarı ya da küçük gösterilmesi maddesinde, söz konusu suçların tanımı için Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran Roma Statüsü Belgesi'nin 6., 7. ve 8. maddeleri ile 1945 Nuremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi'nin 6. maddesinin geçerli olacağı belirtiliyor. Şimdi dikkat:
Roma Statü Belgesi'nin 6. maddesi soykırımı, 7. maddesi insanlığa karşı işlenen suçları, 8. maddesi ise savaş suçlarını tanımlıyor ve düzenliyor. (Roma Statüsü için bkz.:www.ihop.org.tr/belge%5CULUSLARARASI%20CEZA%20MAHKEMESI%20ROMA%20STATUSU.doc)

Ermeni soykırımı tezi bağlamında bizi ilgilendiren asıl madde Roma Statüsü'nün 7. maddesi. Çünkü bu madde çerçevesinde tehciri olumlamak da suç kapsamına alınıyor.
Bu maddenin d bendi "Nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli” (Tehcir) başlığını taşıyor ve tehcir şöyle tanımlanıyor: "Nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli”, uluslararası hukukta izin verilen gerekçeler olmaksızın, bir yerde hukuka uygun olarak ikamet eden insanların zorla yerlerinden edilmeleri ya da başka zorlayıcı fiillerle yer değiştirilmeleri anlamına gelir"
Ayrıca yasanın ulusal ya da uluslararası bir mahkeme tarafından somut tarihsel bir olayın soykırım, insanlığa karşı suç ya da savaş suçu teşkil ettiğinin saptanmasına bağlı olarak, AB üyesi ülkelere cezai yaptırım uygulama olanağı vereceği de belirtiliyor: "Her somut ve spesifik olay bağlamında somut tarihsel suçun soykırım mı, insanlığa karşı suç mu yoksa savaş suçu mu olduğuna, bir mahkeme karar verebilir."

Bunun bizim açımızdan anlamı şu: Eğer bir AB üyesi ülke Ermeni soykırımını tanımışsa, bu çerçevede o ülkede Ermeni soykırımını inkar etmek suç kapsamına girecek.
Eğer AB üyesi ülke Ermeni soykırımını tanımamışsa (örneğin Almanya. Alman Meclisi 2005'te benimsediği kararda soykırım sözcüğü yerine toplu katliam ifadesini kullandı) bu kez de insanlığa karşı suçları düzenleyen Roma Statüsü'nün 7. maddesinin d bendi (tehcir) uyarınca, tehcir kararını savunmak da suç olacak.
Dolayısıyla "soykırım yok, vatanımızı savunduk" ifadesi, AB nezdinde suç oluyor. Bu yasayla, Türkler’in vatanlarını savunmaları suç kapsamına alınıyor. Çünkü tehcir yoluyla vatanımızın savunulmuş olmasını olumlu karşılamak, tehcir kararını olumlu görmek de suç kapsamına alınıyor.

Neden Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Önleme Yasası Kapsamında?
Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının önlenmesini amaçlayan bir yasaya böyle bir maddenin eklenmesi oldukça anlamlı. Açık ki bu yolla AB, Talat Paşa Komitesi’nin "Ermeni Soykırımı uluslararası bir yalandır", "soykırım yok, vatanımızı savunduk" sözlerinde ifadesini bulan tutumunu ırkçılık ve yabancı düşmanlığı suçu ile itham etmeyi amaçlıyor. Verilmek istenen açık mesaj şu: “Ermeni Soykırımı’nı inkar edenler, aynı zamanda ırkçı ve yabancı düşmanıdır.”
Bu nedenle bu yasa tasarısının, 29 Eylül 2006'da Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen "Türkiye’nin katılım sürecinde kaydettiği ilerlemeye ilişkin Avrupa Parlamentosu Kararı (2006/2118(INI))"ndaki 43. maddenin açık biçimde devamı olduğu görülmektedir.
"Aşırı sağ kuruluşlar tarafından yürütülen, yabancı düşmanı ve ırkçı ‘Talat Paşa Komitesi’ni, Avrupa ilkelerini ciddi şekilde ihlal eden ve aynı kuruluşlarca Lion ve Berlin’de düzenlenen muhalif gösterilerden dolayı kınamakta; Türkiye’yi bu komiteyi kapatmaya ve faaliyetlerine son vermeye davet etmektedir."
Dikkat edilirse, tıpkı yasa taslağındaki gibi burada da, soykırımı uluslararası bir yalan olarak reddeden Talat Paşa Komitesi'nin ırkçı ve yabancı düşmanı olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca Berlin 2006'nın Alman Hükümeti nezdindeki etkisi de, bu yasa taslağı çerçevesinde açıkça ortaya çıkmıştır.
Irkçılığı ve yabancı düşmanlığını Avrupa'da engellemeyi amaçlayan bir yasanın içine soykırımı reddetmenin, tehciri olumlu karşılamanın suç olarak yedirilmesi, açıkça bu etki çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Dikkat edilirse AB, soykırım söz konusu olduğunda iki konuya eğilmektedir. Birincisi Yahudi soykırımı, ikincisi ise Ermeni soykırımı konusu.
Bu yasanın Yahudi soykırımının inkarını cezai yaptırıma bağlama amacı olsa da, gerçek ve güncel amaç kesinlikle Ermeni soykırımının inkarını engellemek, tehciri savunmayı caydırmaktır. Almanya'da Prof. Dr. Hakkı Keskin'e yönelik olarak başlatılan psikolojik savaşın açıkça devamı söz konusudur. (Bu konuda bkz., http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=481 )

Türkiye'yi savunan Talat Paşa Komitesi'nin ve Prof. Dr. Hakkı Keskin ve onun gibi nice yurtseverin sesleri bu yasayla kısılmak istenmektedir. Bunun bir sindirme, yıldırma operasyonu olduğu açıktır. "Ermeni Soykırımı'nın emperyalist bir yalan" olduğunu ifade etmenin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı olduğu suçlamasını içinde barındıran bu yasa tasarısı, açık bir psikolojik savaşın göstergesidir. O nedenle Hrant Dink cinayeti ve onun ardından yaşananları düşünürsek, bu psikolojik savaşın çok boyutlu yürütüldüğü açığa çıkar. Birbirinden bağımsız değildir. Bu süreçte, ülkemizde yükselen Amerikan ve AB karşıtı eğilim, programsız, hedefsiz, ırkçı bir akımın kaosa, şiddete ve düşmanlığa eğilimli tepkiselliği olarak yansıtılmak istenmiştir.
Yasanın gündeme gelmesi ve onaylanması ile birlikte, Türkiye'nin AB aracılığıyla Atlantik kapısında asılı durma sürecini tamamen sona erdirecek gelişmelerin kapısı da aralanacaktır. AB meselesinde konumlar daha da keskinleşecektir. Zira bu yasadan sonra hala Türkiye’nin AB üye adaylığından çekilmemesini savunmak, AB’nin Ermeni soykırımını inkarı ve tehciri olumlamayı suç sayan bu yasasını savunmak, bunları suç sayan anlayışı paylaşmak anlamına gelecektir. Bu yasadan sonra AB’yi savunmak, Ermeni Soykırımı olduğunu savunmak ve tehcirin bir suç olduğunu kabul etmek anlamına gelecektir. Zira İngiliz The Daily Telegraph gazetesinin 2 Şubat 2007 tarihli "EU Plans Far-Reaching 'Genocide-Denial' Law" başlıklı haberine göre, taslak metinde her üye ülkenin soykırımı, insanlığa karşı işlenen suçları ve savaş suçlarını olumlamayı, küçük görmeyi ya da inkar etmeyi cezalandıracak şekilde, gerekli düzenlemeleri yapmasının zorunlu olduğu ifade edilmektedir.

(Bkz: The Daily Telegraph,
http://www.telegraph.co.uk/news/main.jhtml?xml=/news/2007/02/02/weu02.xml, 2 Şubat 2007)

Böylece Türkiye, AB'nin bu yasası çerçevesinde Ermenilere soykırım yapıldığını kabul etmemesi ya da tehcirin doğru ve zorunlu bir karar olduğunu savunması durumunda, üyesi olmak istediği AB'nin yasal düzenlemesine karşı davrandığı, dolayısıyla "ırkçılık ve yabancı düşmanlığı" suçunu teşvik ettiği için AB üyesi olamayacaktır. Akıl yürütmeyi sürdürelim: Soykırımı kabul edip AB üyesi olması durumundaysa, yukarıda ifade edildiği üzere, üye ülkelere yüklenen sorumluluk bağlamında soykırımı inkar eden, tehciri doğru bulan yurttaşları hapis cezasına çarptırmak durumunda kalacaktır. Parlamentolarda "soykırım"ın gerçekleştiği tarihler olarak 1915-1923 yılları arası kabul edildiğine göre, Türkiye'nin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı da kapsayacak biçimde Kemalist Devrim sürecini övmek, vatan savunmasını övmek, Türkiye'nin bağımsızlığını övmek suç kapsamına alınacaktır. Çok nettir: Bu yasayla Avrupa Birliği, vatanımızı savunmayı suç kapsamına almaktadır. Bu koşullarda bile Türkiye’nin AB üye adaylığından çekilmemesini savunanlar olduğunda, bunun vatana ihanet suçu kapsamına gireceği açıktır.
Bütün bunlar, söz konusu yasanın kabul edilmesi durumunda bile Türkiye'nin AB üyeliğini savunan kesimlerin işbirlikçi konumlarını daha da açığa vurması bakımından üzerinde önemle durulması gereken değerlendirmelerdir. Yasa, Türkiye'yi parçalama projesinin devamıdır. Bu süreçte AB'ye ilişkin konumlanışları keskinleştirmesi bakımından üzerinde önemle durmamız gerektiğini düşünüyorum.
Yasa ayrıca Ermeni soykırımı tezlerini ABD'de ve AB'de seslendiren, parlamentolardan geçirten gücün Ermeni lobisi olduğu yönündeki efsaneyi de sona erdirecek türdendir. Bütün AB üyesi ülkeleri kapsayacak böyle bir yasanın da Ermeni lobisinin ürünü olduğunu söylemek, enikonu gülünç olacaktır. Ermeni soykırımı tezlerinin arkasında emperyalist güçlerin bulunduğu, yasanın taslağına bakılarak bile anlaşılır, gözle görülür hale gelmiştir.

Son olarak şunu belirtmeliyiz. Bu yasayla Talat Paşa Komitesi'nin başarısı da itiraf edilmiştir. Aslında Eylül 2006'daki Avrupa Parlamentosu kararı, Ermeni Soykırımı iddiaları üzerinden şekillenen saldırı-savunma mevzilerinin gerçek taraflarını göstermişti. Bir yanda emperyalist Avrupa Birliği, diğer yanda emperyalistlere yalanlarını kendi yurtlarında yüzlerine vuran Talat Paşa Komitesi. Avrupa Parlamentosu'nun Talat Paşa Komitesi’nin kaldırılmasını isteyen raporu, Türkiye'yi savunan, AB'nin Türkiye'ye yönelik saldırılarını göğüslemeye yönelen en önemli milli birlikteliğe işaret ederek vatan savunmasının gerçek tarafının kim olduğuna işaret etmişti.