28 Mart 2007 Çarşamba

“Özgür Belucistan” ABD-Çin Çatışmasında Ön Cephe mi?




Deniz Yalçın

AYDINLIK, 25 MART 2007

Geçtiğimiz yıl ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayımlanan Yeni Ortadoğu haritasında İran, Pakistan ve Afganistan’ın bir bölümünü kapsayacak bir “Özgür Belucistan” tasarımının da bulunduğu dikkatleri çekmişti.[1] Son gelişmeler, ABD’nin ve İngiltere’nin bu tasarımı hayata geçirmek için düğmeye bastıklarını kanıtlıyor.
Önce İran merkezli gelişmelere bakalım. 25 Şubat’ta yayımlanan Sunday Telegraph gazetesi, CIA’nın İran’ın Şii yönetimini zayıflatmak ve kaos yaratmak amacıyla, ülkenin sınır bölgelerindeki Sünni kesimi ayaklandırma stratejisi geliştirdiğini açıkladı.[2] Nitekim 15 Şubat’ta İran’ın Sistan-Belucistan eyaletinin başkenti Zahedan’da 11 Devrim Muhafızı’nın ölümüne neden olan saldırıyı, ABD’nin El Kaide aracılığıyla İran’a karşı silahlandırdığı Jundallah örgütü üstlenmişti.[3] İran yönetimi bu saldırılarda kullanılan silah ve bombaların ABD tarafından sağlandığını saptadığını açıkladı.[4]

Jundallah: “Biz Amerika’ya Karşı Savaşmıyoruz”
Jundallah yetkilileri de, ABD desteğiyle kukla Belucistan devleti için harekete geçtiklerini reddetmiyorlar. Örneğin İngiliz gazetesi Daily Telegraph’ın, Jundallah’ın sözcüsü Abdul Hameed Reeki ile gerçekleştirdiği söyleşide, uydu telefonu aracılığıyla konuşurken ABD tarafından yerinin saptanmasından korkup korkmadığının sorulması üzerine Reeki şu yanıtı veriyor: “Biz Amerika’ya karşı savaşmıyoruz.”[5]
Pakistan’da da durum farklı değil. Bu bölgede Pakistan Ordusu’na karşı silahlı saldırılarını hızlandıran Belucistan Kurtuluş Ordusu’na (BKO) ABD ve İngiltere tarafından destek verildiği ve sürecin özellikle 2006’dan bu yana hızlandırıldığı görülüyor. Belucistan’ın milliyetçi lideri Sardar Attaullah Mengal’ın açıklaması hem İran da hem de Pakistan’da Beluci ayrılıkçılığının Batı tarafından açık biçimde desteklenmeye başlandığını kanıtlıyor. Mengal, Pakistan gazetesi Daily Times’ta 22 Aralık 2006’da yayımlanan açıklamasında, “artık İngiltere de BKO’ya silah ambargosu uygulamasını kaldırdı. Doğru yolda ilerliyoruz.” diyor.[6]

Belucistan: “Orta Asya’nın Kürdistan’ı”
ABD, İran’da Jundallah’ı güçlendirirken, İngiltere’nin de BKO’yu silahlandırdığı görülüyor. İngiltere’nin dış politika oluşturma sürecine büyük etkisi olan ve 1998’de Tony Blair tarafından kurdurulan Foreign Policy Centre (Dış Politika Merkezi)[7] geçtiğimiz yıl bu yolda iki önemli toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantılara Beluci ayrılıkçılarının temsilcileri davet edildi. Hem 27 Haziran 2006 tarihinde gerçekleştirilen “Yol Ayrımındaki Belucistan”[8] hem de 4 Aralık 2006’da gerçekleştirilen “Belucistan Neden Önemli?” başlıklı toplantı için bastırılan davet metninde Belucistan için şu ifade yer alıyordu: “Orta Asya’nın Kürdistan’ı”.[9]

Çin-ABD çatışmasının ön cephesi mi?
Belucistan, ABD-İngiltere ekseni için büyük önem taşıyor ve bir Beluci devletinin kurulması fikrinin gerisinde, Çin ile ABD arasında baş gösteren çelişmeler yatıyor. Pakistan ve Çin yönetimi, 2002’de yapılan anlaşma gereği Pakistan’ın Belucistan bölgesindeki Gwadar şehrinde önemi ve yaratacağı sonuçları büyük olan bir derin su limanı ve donanma sığınağı inşa etti.[10] 20 Mart 2007’de faaliyete geçen Gwadar limanı[11], stratejik açıdan büyük önem taşıyor. Zira bu liman, Çin’in Sincan-Uygur bölgesini Fars Körfezi çıkışına bağlayan en yakın nokta ve denize çıkışı olmayan Çin’in geri kalmış bölgelerinin ve diğer Orta Asya devletlerinin ticari kanallarını geliştirmeleri ve ham petrol alımı gerçekleştirmeleri açısından sağladığı imkanlarla bir devrim niteliği taşıyor. Hem Pakistan hem de Çin yönetimi, kendi ülkelerinde ayrılıkçı eğilimlerin güçlendiği iki bölgeyi birbirine ekonomik olarak bağlayarak ABD’nin ayrılıkçılık hamlesini püskürtmeyi hedefliyor.[12]

Çin’in “İnci Şeridi” Stratejisi
Gwadar limanı’nın jeopolitik önemi, bu limanın Çin’e ulaşan petrolün %60’ının, dünya petrolününse %40’ının tankerlerle geçiş yaptığı Hürmüz Boğazı’na oldukça yakın olmasından kaynaklanıyor.
Çin, Fars (Basra) Körfezi’nden kendisine ulaşan petrolün sevkiyatını ABD’nin engellemeyi hedeflediğini saptıyor. Gwadar’daki yapılanması Çin’e, ABD’nin Fars Körfezi’nde bulundurduğu filoların faaliyetlerini izleme ve dinleme yeteneği sağlıyor. Çin bu yolla, bu hayati bölgeden sağlanan enerji sevkiyatını güvence altına almayı amaçlıyor. Bu bakımdan Gwadar, Çin’in geliştirdiği “İnci Şeridi” stratejisinin de en önemli ayağını oluşturuyor. Bu strateji Gwadar’dan Güney Çin Denizi’ne uzanan stratejik limanlar inşa ederek ABD’nin enerji koridoru egemenliğine alternatif bir rota geliştirmeyi ve enerji sevkiyatını güvence altına almayı amaçlıyor.[13]

ABD Neden “Özgür Belucistan” İstiyor?
ABD açısından bu bölgede kukla bir Belucistan devletinin kurulması, Çin’in Gwadar limanı ile perçinlenen “İnci Şeridi” stratejisini tersine çevirmeye, dolayısıyla Çin’in bölgedeki yükselişini engellemeye ve Çin’in enerji gereksinimini sağladığı stratejik tanker geçiş noktalarını denetim altına almaya, Pakistan Belucistan’ı üzerinden İran’a sızmaya, İran ile Pakistan arasına kukla bir Beluci devleti sokarak, İran-Çin ve İran-Hindistan arasında varolan boru hattı anlaşmalarını bertaraf etmeye ve ABD’nin bölgedeki askeri varlığını güvence altına almaya yarayacak. Zira sözkonusu boru hatları, Belucistan bölgesinden geçecek. Hedeflenen boru hatları, İran’ın yükselen Çin ve Hindistan ile bölgesel işbirliğini güçlendirmesi bakımından ABD’nin geleneksel Körfez stratejisine büyük bir meydan okuma anlamına geliyor. Ancak esas tehdit, Çin’in Hint Okyanusu’nda varlığını güçlendirmesi ve Fars Körfezi’nin girişinin güvenliğini ele geçiriyor oluşu. Bu durum ABD’nin Körfez’deki varlığına cepheden bir meydan okuma anlamı taşıyor. Tüm bu gelişmeler, ABD ile Çin arasında güçlenen çelişmelerin derinleşeceği ön cephenin Belucistan olacağı düşüncesini güçlendiriyor. ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde Özgür Kürdistan ve Özgür Belucistan olarak ifade edilen kukla devletlerin anlamı daha da belirginleşiyor.

Dipnotlar:

[1]Sözkonusu haritaya http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899 adresinden erişmek mümkün. Yeni Ortadoğu’nun sınırlarını gösteren bu haritada, Free Balochistan, yani Özgür Belucistan olarak ifade edilen alanda sadece Gwadar şehrinin gösteriliyor. Bunun rastlantı olmadığı, yazının devamında ifade ettiğim olgulardan da anlaşılacaktır.
[2]Bkz., “US Funds Terror Groups to Sow Chaos in Iran”, The Sunday Telegraph, 25 Şubat 2007, www.telegraph.co.uk/news/main.jhtml?xml=/news/2007/02/25/wiran25.xml
[3] Bu konuda bkz, “2007 Zahedan Bombings”, http://en.wikipedia.org/wiki/2007_Zahedan_bombings
[4] “Report: Weapons Used in Attack in Zahedan, Iran Come From US.”, XINHUA, 17 Şubat 2007, news.xinhuanet.com/english/2007-02/17/content_5751122.htm
[5] Massoud Ansari, “We will Cut Them Until Iran Asks For Mercy”,
The Daily Telegraph, 17 Ocak 2006, www.telegraph.co.uk/.../news/2006/01/15/wiran15.xml&sSheet=/news/2006/01/15/ixnewstop.html
[6] Bkz., “Mengal Sees US, India-sponsored War For Free Balochistan”, Daily Times, 22 Aralık 2006, www.dailytimes.com.pk/default.asp?page=2006%5C12%5C22%5Cstory_22-12-2006_pg7_14
[7] FPC için bkz., “Foreign Policy Center”, http://en.wikipedia.org/wiki/Foreign_Policy_Centre
[8] Toplantı hakkında bkz., http://fpc.org.uk/events/109
[9] http://fpc.org.uk/events/117
[10] Tarique Niazi, “Gwadar: China’s Naval Outpost on the Indian Ocean”, Jamestown Foundation China Brief, 28 Şubat 2005, http://www.asianresearch.org/articles/2528.html
[11] “Pakistan Launches Strategic Port”, BBC News, 20 Mart 2007, news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/6469725.stm
[12] Sudha Ramachandran, “China’s Pearl in Pakistan’s Waters”, Asia Times, 4 Mart 2005, http://www.atimes.com/atimes/South_Asia/GC04Df06.html
[13] Christopher J. Pehrson, “String of Pearls: Meeting the Challenge of China’s Rising Power”, Temmuz 2006, www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB721.pdf

18 Mart 2007 Pazar

RUSYA'NIN YENİ ASKERİ DOKTRİNİ : "EN BÜYÜK TEHDİT ABD"


DENİZ YALÇIN
AYDINLIK, 18 MART 2007

Rusya, 1993'te yürürlüğe giren ve 2000 yılında Putin'in iktidara gelmesi ile birlikte kısmi değişikliklere uğrayan askeri doktrinini değiştiriyor. Rusya Güvenlik Konseyi tarafından 5 Mart'ta yapılan açıklama, bu yöndeki çalışmalarda son aşamaya gelindiğini gösteriyor.
Yeni askeri doktrinde, küresel terörizmin birinci tehdit olduğunu saptayan bir önceki yaklaşım değiştiriliyor ve Rusya'ya dönük birincil tehdidin ABD ve NATO kaynaklı olduğu ifade ediliyor.[1]
NATO'nun aşırı güçlenmesinin ve Rusya'yı çevreleyecek biçimde sistemli bir genişleme seyri izlemesinin Rusya'yı yeni bir askeri doktrin hazırlamaya ve değişen tehdit sıralamasını bu doktrine yansıtmaya sevk ettiğinin ifade edildiği açıklamayı, Rusya Genelkurmay Başkanı Yuri Baluyevsky'nin Şubat ayında sarf ettiği şu sözleri tamamlıyor: "Rusya'nın geleneksel etki alanlarında giderek güçlenen ABD ekonomik, askeri ve siyasi varlığı, en önemli ulusal güvenlik sorunu haline geldi. Rusya bugün Soğuk Savaş döneminde olduğundan daha büyük askeri tehditlerle karşı karşıya ve ülkenin yeni bir askeri doktrine gereksinimi var."[2]

Fiilen Yürürlüğe Girdi
Rus Güvenlik Konseyi, yeni askeri doktrinin taslak halde olduğunu ve yıl sonuna doğru devlet başkanının onayına sunulacağını belirtse de, son haftalarda yaşanan üç önemli gelişme, yeni doktrinin fiilen yürürlüğe konduğunu gösteriyor.
Bu gelişmelerin başında Putin'in 13 Şubat'ta Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşma geliyor. Putin'in ABD'yi uluslararası güvenliğin önündeki asli engel olarak gösterdiği bu konuşma, Rusya'ya dönük esas tehdidin ABD ve NATO kaynaklı olduğunu belirten yeni askeri doktrinin kapsamlı bir dışavurumuydu.[3]
İkinci önemli gelişme, Sergey Ivanov'un Savunma Bakanı olarak Duma'da yaptığı son konuşmasında, Rus Ordusu'nun önümüzdeki on yıllık süreçte modernizasyonunu sağlayacak biçimde güçlendirileceğini ve bu eksende de 2007 yılında Rusya'nın savunmaya ayırdığı payın 31.6 milyar Dolar’a yükseltileceğini açıklamasıydı. Bu miktar, 2002 yılına göre savunma harcamalarında 4 katlık bir artışın gerçekleştirilmesi anlamına geliyor.[4]
Oldukça önemli son gelişme ise, Putin'in Rus Ordusu için geniş çaplı bir modernleşme programı açıklayan Savunma Bakanı Sergei Ivanov'u geçtiğimiz günlerde kapsamlı yetkilerle donatarak Başbakan Birinci Yardımcılığı ve Başkomutan Yardımcılığı görevine getirmesiydi. [5]Putin'in devlet başkanlığı görevine geldiği tarihten bu yana yakın çalışma ekibinde bulunan Ivanov, bu atama sonucunda askeri ve buna bağlı sivil endüstrinin en gelişmiş alanlarına hükmetme yetkisiyle donatıldı. Ivanov'un yetki sahasında, askeri endüstri birimlerinin yanında iletişim, uzay araştırmaları, nükleer, bilimsel ve teknolojik araştırmalardan sorumlu devlet organları bulunuyor. Bunun yeni askeri doktrin açısından nasıl bir anlam ifade ettiğini, Rusya Genelkurmay Başkanı Baluyevsky'nin şu sözlerinden anlamak mümkün: "Yeni askeri doktrin, tüm ulusal savunma birimlerini eşgüdümlü kılmayı amaçlıyor. Yeni doktrine uygun olarak hükümet ve sivil kurumlar askeri güvenlik sorunlarını çözmek için birlikte çalışabilecekler."[6] Baluyevsky'nin açıklamalarından, Ivanov'un atamasının ve yetki sahasının genişliğinin yeni askeri doktrin çerçevesinde alınmış bir karar olduğu anlaşılıyor. Bu durum, Putin'in çevresindeki Atlantik karşıtı, "siloviki" grubunun devlet başkanlığı görevine Ivanov'u hazırladığı düşüncesini de güçlendiriyor.[7] Rusya, yeni dönemin yeni tehditlerine göğüs gerecek doktrini için gerekli iktidar yapılanmasını hızlandırıyor.

ABD’nin Füze Savunma Sistemi Planı
Rusya'nın yeni askeri doktrinindeki tehdit sıralamasında ABD ve NATO'yu birinci sıraya yerleştirmesinin ardında hangi gelişmelerin etkisi var? Bu noktada birinci önemli gelişme NATO’nun sürekli olarak Rusya’yı çevreleyecek biçimde genişlemesi. İkinci önemli güncel gelişmeyse, ABD'nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nde füze savunma sistemi ve radar üssü kurmayı planladığını açıklaması.[8] Rusya, ABD’nin kurmayı planladığı füze savunma sistemlerinin kendisini hedef aldığını saptıyor.

ABD Neyi Hedefliyor?
ABD, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne yerleştirmeyi planladığı füze savunma sistemi ve radar üssü ile, olası bir İran ya da Kuzey Kore nükleer saldırısına karşı savunma sistemini güçlendirmeyi amaçladığını ifade ediyor. Rus yetkililerse yaptıkları açıklamalarda, İran ya da Kore'den böyle uzun menzile sahip füzelerin fırlatılmasının imkansız olduğunu ve asıl hedefin Rusya'nın füze sistemi olduğunu belirtiyorlar. [9]
Polonya ve Çek Cumhuriyeti ABD'nin önerisine olumlu yaklaşıyor. AB içinde ABD'nin truva atı işlevini gören bu iki yeni NATO üyesi devletin geleneksel Rusya düşmanı siyasetine de yaslanan ABD, bir yandan da benzer bir sistemi Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'da kurmak için pazarlıklar yürütüyor.[10] Diğer bir önemli gelişmeyse, yine AB içindeki Atlantikçi güç İngiltere'de Başbakan Tony Blair'in, 14 Mart'ta, İşçi Partisi'nin 90 milletvekilinin “hayır” oyu verdiği nükleer yenilenme yetki yasasını muhafazakarların desteğiyle Parlamento'dan geçirmiş olması. Buna göre İngiltere, Amerikan yapımı D5 Trident uzun menzilli nükleer başlıklı füze sisteminin ömrünün 2040'a kadar uzatılması yönündeki ABD planına dahil olacak ve bu füzeleri taşıması için yeni denizaltılar inşa edecek. [11]

ABD’nin AB’yi Rusya’yla Karşı Karşıya Getirme Taktiği mi?
ABD, füze savunma sistemi tartışmaları ekseninde AB içindeki Atlantikçi güçleri harekete geçirerek, bir yandan Rusya'yı çevrelemeyi, diğer yandansa AB içinde varolan çatlakları derinleştirmeyi amaçlıyor. Bu sayede Almanya-Fransa ekseni ile Rusya arasındaki ilişkileri zedelemeyi de hedefliyor.[12] Dolayısıyla ABD'nin füze kalkanı planı, AB içindeki Atlantik merkezli bölünmeyi gözler önüne sermesi bakımından oldukça önemli bir örnek oluşturuyor. Bu örnek kapsamında Danimarka, İngiltere, Çek Cumhuriyeti ve Polonya merkezli Atlantikçi kanat ABD'nin füze kalkanı projesini desteklerken, başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avusturya, Lüksemburg gibi ülkeler bu projeye şiddetle karşı çıkıyor. Bu konuda Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn'un açıklaması, Avrupacı çizginin Rusya yanlısı tutumunu sergiliyor: "Rusya'yı köşeye sıkıştırırsak, Avrupa'nın istikrara kavuşması mümkün olmaz. Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne Avrupacı pozisyonda kalmaları için yardım etmeliyiz."[13]

Chirac ve Merkel’den Ortak Tutum
ABD'nin füze kalkanı projesi ile yaratmaya çalıştığı bölünmeye ve Almanya-Fransa ekseni ile Rusya arasındaki ilişkileri zedelemeye dönük taktiğine karşı en sert tepkilerse Fransa Cumhurbaşkanı J. Chirac ile Almanya Başbakanı Merkel'den geldi.
Chirac yaptığı açıklamada, ABD'nin planının kıtayı bölebileceğini ve yeni bir soğuk savaşı başlatabileceğini belirtti ve ABD'nin Rusya'nın füze kalkanları projesi konusundaki endişelerini dikkate almak zorunda olduğunu ifade etti.[14] Benzer bir açıklamanın Rusya Savunma Bakanı tarafından Şubat ayında yapılmış olması da dikkat çekiciydi. Rusya Savunma Bakanı Ivanov, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde kurmayı planladığı füze savunma ve radar sistemlerinin “yeni Berlin Duvarı” olacağını belirtti ve bunun Avrupa’yı yeniden böleceği uyarısında bulundu.[15]

Schröder: “ABD’nin Amacı Rusya’yı Kuşatmak”
Almanya Başbakanı Merkel de, böyle bir kararın ABD’nin ikili ilişkileri aracılığıyla alınamayacağını, konunun Rusya ile ilişki içinde, NATO ve AB çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.[16] Almanya eski Başbakanı Schröder ise, ABD’nin kurmayı planladığı füze kalkanı sisteminin esas amacının Rusya’yı çevrelemek olduğunu belirtti. Schröder, ABD’nin bu planının AB’nin Rusya ile ilişkilerini daha da güçlendirmesi gereken bir dönemde gündeme geldiğinin altını çizerek, “bizim yapmamız gereken ABD’nin yaptığının tam tersidir” dedi.[17] Almanya eski başbakanlarından Schmitt’in açıklamaları da bu yöndeydi. Tüm bu gelişmeler, ABD ile Avrupa arasındaki çelişmelerin Rusya’ya karşı alınan tutum ekseninde derinleştiğini göstermesi bakımından büyük önem taşıyor. Füze savunma sistemi üzerinden derinleşen yarılma, Almanya-Fransa-Rusya hattını ABD karşısında daha da görünür kılıyor.
denizyalcin7@yahoo.com
Dipnotlar:
[1] “Russian Generals Put Old Foe Back Into Their Sights”, The Guardian, 7 Mart 2007, “Rusya Şahinleşiyor”, Milliyet, 8 Mart 2007

[2] “Kremlin: Russia to Revise Military Doctrine to Respond to Growing Role of Force in the World”, International Herald Tribune, 5 Mart 2007, http://www.iht.com/articles/ap/2007/03/05/europe/EU-GEN-Russia-Military-Doctrine.php,

[3] Putin’in konuşmasının tam metni için bkz.,
http://www.tsk.mil.tr/haberler_olaylar/uluslararasi_gelismeler/munih_guvenlik_konferasi/putininkonusmasi_15022007.htm

[4] Victor Yasman, “Russia: Reviving the Army, Revising Military Doctrine”, RFERL, 12 Mart 2007,

[5] Marcel de Haas, “Russia’a Upcoming Revised Military Doctrine”, 26 Şubat 2007, Power and Interest News Report, http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=622&language_id=1

[6] “Russia Proposes New National Military Doctrine”, People’s Daily, 13 Şubat 2007, http://english.people.com.cn/200702/13/eng20070213_349630.html

[7] Siloviki, öncelikle Yeltsin döneminde ama esas olarak Putin döneminde kritik pozisyonlara atanan eski üst düzey ordu, emniyet ve istihbarat örgütü mensuplarının oluşturduğu yönetici ekibi tanımlamak için kullanılan ve “güçlü adam” anlamına da gelen bir terim. Tam karşılığı “güç, iktidar”. Bu ekip, Putin’in politikaları üzerinde oldukça etkili. Bağımsız dış politika ve devletçi ekonomi modelini savunan ekiple ilgili olarak bkz.,
http://en.wikipedia.org/wiki/Silovik; Ian Bremmer ve Samuel Charap, “The Siloviki in Putin’s Russia: Who They Are and What They Want”, The Washington Quarterly, Cilt: 30, Sayı: 1, Kış 2006-07, ss.83-92, http://www.twq.com/07winter/docs/07winter_bremmer.pdf

[8] “Missile shield in Poland, Czech Republic to counter Iran: Rice”, Yahoo News, 21 Şubat 2007,
http://news.yahoo.com/s/afp/20070221/pl_afp/polandczechusrussia_070221200600

[9] “US. missile shield plans in Europe target Russia – expert”, Ria Novosti, http://news.rin.ru/eng/news///9868/1// ; Rusya’nın AB Temsilcisi Vladimir Chizhov’un açıklaması da bu yönde: “İran’ın Polonya ya da Çek Cumhuriyeti menzilinde füze gönderecek kapasiteye ulaşacağına inanmamız için bir neden yok. En iyi geliştirilmiş füzenin menzili 1500 km’den az.”, Bkz., “Türkiye ve İran Düşman Değil”, Cumhuriyet, 9 Mart 2007

[10] “US Missile Shield in Ukraine, Caucasus could spark regional crisis with Russia”, Küresel Araştırmalar Enstitüsü (Global Research), 2 Mart 2007,
http://www.globalresearch.ca/index.php context=viewArticle&code=20070305&articleId=4994 ve “Kafkasya'ya da ABD kalkanı”, http://www.rusya.ru/tur/index/russia_turkey?id=1080
[11] “Blair wins key vote on missile defense plan”, International Herald Tribune, 14 Mart 2007, ayrıca bkz.,
http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/politics/4805768.stm

[12] Federico Bornodaro, "B.M.D. Debate Heats Up in Europe", PINR, http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=628&language_id=1 ;
Rusya da meseleyi bu yönde saptıyor: “ US missile shield plan risks sowing EU disunity”, Ria Novosti, http://news.rin.ru/eng/news///9905/

[13] “EU rifts deepen over US missile shield plan”, EU Observer, 6 Mart 2007, http://euobserver.com/9/23630

[14] “Chirac hits at US missile plans”, Financial Times, 10 Mart 2007

[15] “Russia's Ivanov slams U.S. missile shield plans in Europe”, Ria Novosti, 9 Şubat 2007, http://en.rian.ru/world/20070209/60466486.html

[16] “Merkel sharpens tone on U.S. missile shield”, International Herald Tribune, 13 Mart 2007,
http://www.iht.com/articles/2007/03/13/news/germany.php

[17] “Schröder faults U.S. on missile shield”, International Herald Tribune, 11 Mart 2007, http://www.iht.com/articles/2007/03/11/news/shield.php ; “US Missile Shield Plan Under Fire From Ex-Chancellor Schröder”, Deutsche Welle, 12 Mart 2007, http://www.dw-world.de/dw/article/0,2144,2380479,00.html


3 Mart 2007 Cumartesi

KÜBA DEVRİMİ VE VATAN SAVUNMASI


DENİZ YALÇIN


“Özgürlüğümüze ulaşmak için, 19. yüzyılda yaklaşık 30 yıl boyunca İspanya'ya karşı mücadele verdik. Amerika Birleşik Devletleri'nin askeri işgaliyle hayallerimiz yıkılınca, 50 yıl sonra bir şekilde mücadelemiz yeniden başladı, halkımıza bağımsızlık ve şeref kazandıran Devrim zafer kazandı. Bu yol boyunca, Machado ve Batista gibi kanlı diktatörler görüldü. Yarım yüzyıldır, tarihte bilinen en güçlü imparatorluğun saldırılarına yenik düşmedik ve Amerikan kıyısına sadece 90 mil ötede, tamamen hümanist bir devrimle, ulusal bağımsızlığımızı ve şerefimizi savunarak, hiç aksamadan, dimdik ayakta duruyoruz.”
Ernesto Gomez Abascal- Küba Büyükelçisi
[1]


Giriş

20. yüzyılın bütün devrimleri gibi Küba Devrimi de, 19. yüzyılın ulusal bağımsızlık savaşçılarından, demokratik devrim önderlerinden devralınan bayrağın emperyalizme karşı “vatan savunması” temelinde yükseltilmesiyle zafere ulaştı.
Küba Devrimi, 10 Mart 1952’de yönetime el koyan Batista cuntasına karşı yükseltilen savaşın içinde gelişti. Kendisini dayandırdığı önder ise, 19. yüzyılın uzun bağımsızlık savaşının önderi Jose Marti’ydi. Öyle ki Fidel Castro, 26 Temmuz 1953’te bir grup yurtsever devrimci ile gerçekleştirdikleri Moncada Kışlası baskınının ardından tutuklanmış, mahkemede devrimin programı olarak da bilinen “Tarih Beni Haklı Çıkaracaktır” başlıklı ünlü konuşmasını yapmış ve köklerini Jose Marti’ye dayandırmıştı. Ernesto Gomez Abascal’ın ifadesiyle, “Fidel, Marti’nin bir devamıydı ve onun 1895’te hayata gözlerini erken kapaması nedeniyle yapamadıklarını, Fidel tamamlamıştı.”[2]
30 yıllık mücadelenin sonunda İspanyol sömürgeliğinden kurtulan, ancak 1898’de ABD’nin yarı sömürgesi haline gelen Küba’da devrim gerçekliğini belirleyen unsur, vatan ve “toprak” mücadelesi olmuştur. Köylü sorununun bu konudaki merkeziliği dikkate değerdir. Bu makalenin ilerleyen kısımlarında vatan savunması ile topraksız köylülerin “toprak” savaşımı arasındaki bağlantının derecesi ve devrimci güçlerin bu bağlantıyı harekete geçirmedeki başarısı vurgulanacaktır.
Yöntem açısından bir ayrıma gitmekte ve Ernesto Che Guevara’nın önerisini dikkate almakta yarar var: “Gerçekte Küba Devrimi’nin kesinlikle farklı iki aşamasını birbirinden ayırdetmek gerekir: 1 Ocak 1959’a kadar süren silahlı eylem ve o tarihten sonraki politik, ekonomik ve toplumsal dönüşümler.”[3]
Birinci dönem, Batista’nın 10 Mart 1952’de gerçekleştirdiği darbe ile başlar, Ocak 1959’da Batista diktatörlüğünün devrilmesi ve Fidel Castro’nun önderliğindeki 26 Temmuz Hareketi’nin iktidara uzanması ile tamamlanır. İkinci dönem, içerideki emperyalizm işbirlikçisi kesimlerin siyasal alandan ve devlet aygıtından tasfiyesi ve devrimci programın uygulanması sonrasında, Devrim’in ABD emperyalizminin çıplak tehditleriyle ve askeri saldırganlığıyla çarpışması sürecine şaret eder. ABD’nin 1961’deki Domuzlar Körfezi Çıkarması ve 1962 Füze Krizi, bu süreçte Küba Devrimi ile emperyalizm arasındaki çelişkilerin keskinliğini göstermesi bakımından iki önemli duraktır.
Özetle, Küba’nın Ocak 1959’a kadar ABD emperyalizmi ile karşılaşması Batista diktatörlüğünün emperyalist bağlaşıkları ile birlikte Küba’ya dayattığı baskıcı politikalar nezdinde gerçekleşmiştir. Devrim, bu süreçte Batista nezdinde ABD emperyalizmi ile savaşmıştır. İkinci dönem, Batista’nın ve müttefik güçlerinin tasfiyesi sonrasında ABD emperyalizmi ile mücadelenin toplumsal devrimler yoluyla ilerletildiği dönem olarak belirir.

Birinci Dönem: 1952-1959
Bu dönem, gerek ABD emperyalizminin ekonomik açıdan ülkeyi yarı sömürge konumuna sürüklemesi ve kırsal kesimde proleterleşmeyi pekiştirmesi gerekse ülkeyi ekonomik olarak tamamen ABD tekellerine bağımlı kılan Batista’nın bu politikaları baskı aygıtları eşliğinde Küba halkına dayatmasının doğurduğu güçlü “devrimci durum”un belirginleşmesi olguları ile görünürleşir. Süreç 10 Mart 1952’de Batista’nın askeri darbe sonucu yönetime el koyması ile başlamıştır. Batista diktatörlüğüne karşı mücadelede ilk önemli eylemse 1953’te gerçekleştirilmiştir. 1953 yılının 26 Temmuz’unda Fidel Castro’nun öncülüğünde bir grup devrimcinin Moncada Kışlası’na baskın gerçekleştirmesinin ardından isyan bastırılmış, devrimcilerin birçoğu işkenceden geçirilmiş, Castro tutuklanmıştır. 1955 yılında genel afla salıverilen Castro Meksika’ya geçmiş; burada güç toplayan devrimciler, 1956 yılında Granma adlı bir tekneyle Küba’ya, Batista’yı devirmek amacıyla geri dönmüşlerdir. Batista’nın üzerlerine sürdüğü askerlerin yoğun saldırısıyla dağılan devrimci güçler, Sierra Maestra eteklerine çekilmiş ve burada gerilla mücadelesini başlatmışlardır. Önce yoksul köylülük gerilla mücadelesine kazanılmış, ardından Batista rejiminin giderek zayıflatılması ile işçi sınıfı ve öğrenci hareketi de 26 Temmuz Hareketi ile birleşme yolunu seçmiştir. Genel grevlerle yıpratılan Batista rejimi, 1958 yılının son günlerinde devrilmiş, Batista ABD’ye kaçmış ve devrim güçleri Ocak 1959’da iktidarı ele geçirmişlerdir.[4]

İkinci Dönem: 1959-1962
Devrim güçlerinin iktidarı ele geçirmesinin ardından 26 Temmuz Hareketi’nin programı uygulamaya geçirilmiş, geniş çaplı bir toprak reformu başlatılmış, eğitim ve sağlık seferberliği ilan edilmiş, ülkenin dışa bağımlılığının ortadan kaldırılması için Amerikan tekellerinin ayrıcalıkları kaldırılmış ve sanayide millileştirmeler başlatılmıştır.[5] Öte yandan devrimci iktidar 1961’de devrimin yönünün sosyalizm olduğunu ilan etmiş ve 26 Temmuz Hareketi’ni, Sosyalist Halk Partisi’ni (Komünist Parti) ve Devrimci Direktuvar’ı (Öğrenci Hareketi’nin örgütü) birleştirmiştir.[6] Emperyalizme karşı mücadelede birlik siyaseti, ilerici güçlerin işçi sınıfı ve köylülük lehine programı uygulamaları adına ön açıcı olmuştur.
Devrimci yönetim tarafından çıkarları tehdit edilen ABD emperyalizminin bu uygulamalara yanıtı, askeri olarak Küba’ya dönük tehdit ve ambargoların arttırılması olmuştur. 17 Nisan 1961’de ABD’nin CIA destekli Domuzlar Körfezi Çıkartması ile Küba’yı işgal girişimi bu süreci tırmandırmıştır.[7] Küba Devrimi’ni gerçekleştiren 26 Temmuz Hareketi’nin “vatan savunması” merkezli direnişi ile ABD emperyalizminin saldırganlığı püskürtülmüş olmakla birlikte, Ekim 1962’deki Füze Krizi sonucunda ABD’nin askeri tehditleri daha da artmıştır. ABD emperyalizmi her yolu deneyerek devrimi hedef almıştır. Fidel Castro, bu dönemde ABD emperyalizmi tarafından yürütülen askeri saldırı kampanyasını şöyle özetlemektedir:

“1961 Kasımındaki Giron sahili olayından 1963 yılı Ocak ayına kadar, yani on dört ay içinde, Küba’ya karşı 5780 terörist eylem gerçekleştirildi. Bunların 717 tanesi sanayi kuruluşlarımıza karşı düzenlenmiş ciddi saldırılardı. Bu terörün bir sonucu olarak 3.500’den fazla insan öldü, 2.000’den fazlası sakat kaldı... Ülkemiz 45 yıldan fazladır süren, tarihin en uzun ekonomik savaşına ve bitmek bilmez, vahşi bir terörizm saldırısına hedef oldu. Şekerkamışı plantasyonlarına yangın bombaları atan uçaklar göndermeye başladılar.. Gazete sahipleri, bugün Venezuela’da Chavez’e karşı yaptıkları gibi, devrim karşıtı saldırıları teşvik ediyorlardı.”[8]

Küba’da devrimci süreci derinleştiren ve ülkeyi sosyalizme doğru götüren pratik, bu koşulların ürünüdür.

Devrim Öncesi Sosyo-Ekonomik Durum
Küba’da işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün mücadelesi, doğuşu bakımından, emperyalizme karşı mücadele ile iç içedir. 19. yüzyılın sonlarına doğru endüstrinin gelişmesi ile birlikte güçlenen işçi sınıfının 1892’de gerçekleştirdiği Birinci Ulusal İşçi Kongresi’nde mücadele önceliğini “ulusal bağımsızlık” ve “demokrasi” olarak belirlemesi bunun kanıtıdır. Küba’da devrim öncesi koşullara bakıldığında da, bu hattın sürdürüldüğü görülür. Emperyalizm tarafından baskı altına alınan sınıflar açısından bu, nesnel zorunluluk, hayatın dayatmasıdır.
Küba Devrimi öncesi sosyo-ekonomik koşullara bir göz atmak bunu kanıtlar. Devrim öncesi Küba’nın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların en zorluları, ekonominin hemen bütün alanlarına Amerikan sermayesinin sızmasıyla doğrudan ilgilidir. 1958’de Küba’daki Amerikan yatırımlarının toplam miktarı 1 milyar doları aşmış, son 13 yılda Amerikan tekellerinin karı 823 milyon ABD doları geçmiş ve bunun yarım milyar dolardan fazlası da, ülke dışına çıkarılmıştır. ABD tekelleri Küba’nın telgraf ve elektrik şebekesinin %90’ını, demiryollarının %50’sini, maden sanayisinin %90’ını, kamu işletmelerinin %80’ini, petrol sanayisinin %10’unu, banka mevduatlarının %25’ini ve işlenen toprakların %25’ini denetim altında tutmaktaydı.[9]
Diktatör Batista dönemi, Amerikan tekelleri için “altın çağ” olmuştu. Batista’nın iktidarı ele geçirdiği andan Küba Devrimi’nin zaferine kadar geçen sürede ülkenin tek gerçek efendisi Amerikan emperyalizmi’dir. Öyle ki, 1958 yılında Küba’nın toplam ithalatının %70’i, toplam ihracatının %60’ı ABD’nin payına düşmekteydi. Batista yönetiminin düşmesine doğru Amerikan sermayesi, hizmetlerle ilgili işletmelerin %80’ini, maden yataklarının %90’ını ve şeker sanayisinin %40’ını ele geçirmişti.[10]

Devrim ve Topraksız Köylülerin Rolü
Küba tarihi açısından “toprak” sorunu ilerici hareketlerin gelişmesinde belirleyici niteliktedir. 19. yüzyılda Jose Marti’nin başlattığı bağımsızlık hareketi içinde ilk kıvılcımı, Oriente eyaletindeki radikal köylüler yakmış ve bunun sonucunda On Yıl Savaşları başlamıştı. Bu savaş, Küba’nın ulusal kimliğini tanımayı reddeden ve çökmekte olan bir büyük emperyal güce (İspanya) karşı gelişen ulusalcı tepkinin ürünüydü.[11]
1950’li yıllarda beliren devrimci hareketin Küba’nın doğusundaki Oriente bölgesinde gelişmesi ve buradaki topraksız köylü kitlesinin devrimci mücadele içine çekilmesi de rastlantı değildi. Bu kez savaş, tarımsal arazilerin çoğunluğunu ele geçiren ABD emperyalizmine ve onun büyük toprak sahibi müttefiklerine karşı veriliyordu.
Topraksız köylülerin emperyalizm karşısında devrimci mücadeleye katılmasının ardında yatan sınıfsal dinamik Batista döneminde keskinleşmişti. Batista döneminde yabancı sermayeyi özendirme politikası, Amerikan şirketlerinin elinde görülmemiş ölçüde tarımsal arazi birikmesiyle sonuçlandı. Bu şirketler ülkenin en verimli topraklarının %30’una sahip olmuşlardı. Yalnızca üç Amerikan şeker tekelinin sahip olduğu toprağın büyüklüğü, 62 bin köylünün sahip olduğu toprağın 2.5 kat üstündeydi. Grineviç’ten aktaralım.

“Devrim öncesi Küba’da toprak mülkiyetinin en karakteristik özelliği, toprakların büyük tarım burjuvaziyle latifundistlerin elinde olağanüstü ölçüde birikmesi ve geniş köylü yığınlarının ya hiç toprağa sahip olmamaları ya da yok denecek kadar az topraklarının bulunmasıydı... Ülkenin işlenebilir topraklarının %46’sı, %.7.5 oranındaki işletmelerin elindeydi... Küba’nın devrim öngünlerindeki dış ekonomik ilişkilerinin ortaya koyduğu sonuç şuydu: Birincisi, Küba’ya yatırım yapan ABD tekelleri, onun bir şeker üreticisi olarak tek yanlı gelişmesini iyice pekiştirmişlerdi. İkincisi, karşılıklı anlaşmalar yoluyla ABD, Küba’nın şeker kotasını tümüyle kendi pazarına bağlamış ve Küba’nın dış ticaretini, eşitsiz Küba-ABD ilişkilerinin önemli bir halkası yapmıştı.”[12]
Bu koşullarda Küba Devrimi’nin emperyalizme karşı mücadelesinde ezilen köylü sorununun ele alınışı, devrimin geleceği açısından belirleyici rol oynamıştır. Devrim, topraksız köylüye en çok istediği şeyi, toprağı vaad etmiştir.[13] Toprak mücadelesini “vatan” mücadelesi ile birleştiren dinamik burada saklıdır.

Che’nin sözleriyle;

“Fidel Castro "Tarih Beni Haklı Çıkaracaktır" da, devrimin bugün hemen hemen tümüyle eriştiği hedefleri saptamıştır. Devrim, ekonomik alandaki mücadelenin şiddetlenmesi sayesinde, bu hedefleri aşmış, buna paralel olarak ulusal ve uluslararası politika planlarında kökleşme ve radikalleşmeye varmıştır. Çıkarmanın hemen ardından, devrimci güçler yenilgiye uğradı, neredeyse tümü dağıtıldı; sonra yine birleşip gerilla birliklerini oluşturdular. Hayatta kalan ve savaşmaya kesinlikle kararlı olan birkaç kişi, tüm adada kendiliğinden patlama şemasının yanlışlığını anlamışlardı. Savaşın uzun süreceğini, köylülerin katılmasının zorunluluğunu da anlamışlardı. İşte o sıralarda, ilk köylüler gerillacılara katıldı. İki savaş verildi, gerçi birliklerimiz sayıca fazla değildi, fakat kentlerden gelip gerilla çekirdeğini kuran kişilerin köylülere karşı güvensizliğini yoketmesi açısından psikolojik önemi büyüktü. Köylüler de merkez gerilla grubuna güveniyor, özellikle hükümetin gerilla hareketini bastırmak için barbarca öç alma eylemlerine girişmesinden çekiniyorlardı. Bu durumda iki kesin gerçek ortaya çıktı, birbirine bağlı olan bu gerçeklerin ikisi de çok önemliydi: Köylüler, ordunun canavarca gaddarlığının gerilla savaşlarına son vermeye yetmeyeceğini, hükümet askerlerinin gelip köylü evlerini yakacağını, ürünlerini ellerinden alacağını, ailelerini öldüreceğini anlamışlar, en iyi çözümün gerilla birliklerine sığınmak olduğunu, orada hayatlarının korunduğunu görmüşlerdi. Öte yandan, gerillacılarsa köylülüğü kazanmanın giderek daha da zorunlu hale geldiğini biliyorlardı. Köylü kitlelerine yürekten istedikleri birşey vermeliydik. Köylünün en çok özlemini duyduğu şeyse topraktı.”[14]
Özellikle yoksul köylülüğün devrimci seferberliğe katılması ile birlikte, Batista’ya karşı yürütülen devrim mücadelesi güç kazandı. Bu noktada Che’nin, 1958’de “Sierra Maestra’da uygulanmaya başlanan tarım reformunun bayrağı altında, bu adamlar (topraksız köylüler-benim notum) emperyalizmle çarpışıyorlar. Yeni Küba’nın bu Tarım Reformu’nun temeli üzerinde kurulması gerektiğini biliyorlar.”[15] saptaması önemlidir.
Guevara bu durumun sınıfsal tahlilini şöyle koymaktaydı: “Köylü “küçük-burjuva” eğilimine karşın, latifundiya sahipliği sistemini yıkmadan toprak elde etme arzusuna kavuşamayacağını çok çabuk öğrenir. Köylüye toprak vermenin tek yolu olan Tarım Reformu, doğrudan doğruya emperyalistlerin, büyük toprak sahiplerinin, şeker ve hayvancılıktan servet yapmış kodamanların çıkarlarıyla çarpışır. Burjuvazi çıkarlarını savunmak için savaşmaktan korkar. Proletaryanın böyle bir korkusu yoktur. Bu anlamda, devrimin yürüyüşü işçilerle köylüleri birleştirir. İşçiler, büyük toprak sahiplerine karşı ileri sürülen talepleri destekler. Toprak alan yoksul köylüyse, devrimci iktidarı büyük bir bağlılıkla savunur, emperyalist ve karşı-devrimci düşmanlarından korur.”[16]
1956 yılında Granma yatıyla Küba’ya çıkan ve Sierra Maestra’da gerilla mücadelesini yükselten Fidel Castro önderliğindeki devrimciler, özellikle bu bölgede (Orient) geniş toprak sahiplerinin ve ABD şirketlerinin uyguladığı şiddet ve baskı politikasına karşı verilen mücadeleye yoksul köylülüğü kazanmaya başlamıştı. Şeker fabrikalarında çalışan işçilerin sendikası ve Komünist Partisi ise Sierra’daki isyanı desteklemekte başlarda tereddüt etmiş, ancak daha sonra harekete katılmıştı.[17]

Sonuç: Vatan Savunmasına Öncülük Eden, Devrime de Öncülük Ediyor
Küba Devrimi ile ilgili olarak bir noktaya daha vurgu yapmakta fayda var. Küba Devrimi’ne öncülük eden güç, Küba Komünist Partisi olmadı. Devrim, 26 Temmuz Hareketi içinde topraksız köylünün harekete geçirilmesinin, kentlerde emperyalizmin ve Batista rejimini destekleyen sarı sendika önderlerinin baskılarına maruz kalan işçi sınıfının Hareket’in Batista rejiminin güçsüzlüğünü ortaya koyması ile birlikte grevli direnişlerle sürece dahil edilmesinin, özellikle aydınların ve Havana Üniversitesi’nde yoğunlaşmış öğrenci hareketinin 1956 Sierra Maestra direnişinin ardından bu hareketle birleşme temelinde eylemlilik göstermesinin, emperyalist tekeller karşısında direnemeyen burjuvazinin milli kesiminin süreci zafere yaklaşırken desteklemesinin ve bazı bölgelerde büyük toprak sahiplerinin pasif rıza göstermesinin ürünüdür. Bu bileşenleri ortaklaştıran payda Batista diktatörlüğünden ve emperyalizmden ülkeyi kurtarmak arayışıdır. Dolayısıyla Küba Devrimi ABD emperyalizmiyle hesaplaşmanın ürünüdür. 26 Temmuz Hareketi’nin başarısı, emperyalizme karşı vatan savunması amacıyla bu sınıfları ortak bir program etrafında birleştirmesinde aranmalıdır.
Dolayısıyla devrimlere öncülük etmenin koşulunun “vatan savunması”na öncülük etmek olduğu Küba pratiğinde de belirginleşmektedir. Her ne kadar Halk Sosyalist Partisi (Küba Komünist Partisi) gerilla mücadelesinin başarı kazanmasıyla birlikte 26 Temmuz Hareketi’ne katılmış ve desteklemiş olsa da, sürece öncülük edecek stratejiyi geliştirememiştir.[18] Küba Devrimi, öncülüğü Komünist Parti tarafından üstlenilmemiş bir sosyalist devrim olarak gelişmesi bakımından özgündür.[19] Küba örneğinde de görüldüğü üzere vatan savunmasına öncülük eden güç, devrime de öncülük etmiştir. Ernesto Gomez Abascal’ın sözleriyle, “esasen Jose Marti’nin fikirlerini izleyen hümanist Fidel’in devrimci ve siyasi tutumu, 1898’de Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri müdahalesiyle yarıda bırakılan bağımsızlık mücadelesini sonuca ulaştırarak bu eseri de tamamlamıştır.”[20] Devrim’in temel sloganının “Ya Vatan Ya Ölüm” olması da bu pratiğin kanıtıdır.

Dipnotlar:
[1] Ernesto Gomez Abascal, “Fidel”, Küba Büyükelçiliği resmi internet sitesi, http://emba.cubaminrex.cu/Default.aspx?tabid=7638
[2] Abascal, a.g.e.
[3] Ernesto Che Guevara, “Küba Devrimi’nin İdeolojisini İncelemek İçin Notlar”, www.sosyalistforum.org/ernesto-che-guevaradan-kuba-devriminin-ideolojisini-incelemek-icin-notlar-t11989.html
[4] Bkz., Grineviç, Küba: Devrimin Geçtiği Yol, çev. Mazlum Beyhan, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1995
[5] Küba Devrimi’nin gerçekleştirdiklerinin listesi için bkz.,
http://www.antimai.org/muh/castro40yil.htm
[6] Bkz., Ignacio Ramonet, Fidel Castro: İki Ses Bir Biyografi, çev. Bülent Levi, Doğan Kitap, Ekim 2006, s. 186
[7] Domuzlar Körfezi Çıkartması için bkz., Piero Glaijeses, “Ships in the Night: The CIA, the White House and the Bay of Pigs”, Journal of Latin American Studies, Cilt: 27, Sayı: 1, Şubat 1995
[8] Bkz., Ignacio Ramonet, Fidel Castro: İki Ses Bir Biyografi, çev. Bülent Levi, Doğan Kitap, Ekim 2006, s. 188
[9] Grineviç, a.g.e., s. 36
[10] Grineviç, a.g.e., s. 56-57
[11] C. A. M. Hennesy, “The Roots of Cuban Nationalism”, International Affairs, Cilt: 39, No: 3, Temmuz 1963, s. 347-8
[12] Grineviç, a.g.e., s. 100-101
[13] Küba Devrimi’nde köylülüğün rolü için bkz., Gil Carl Alroy, “The Peasantry in the Cuban Revolution”, The Review of Politics, Cilt: 29, Sayı: 1, Ocak 1967, ss. 87-99
[14] Ernesto Che Guevara, “Küba Devrimi’nin İdeolojisini İncelemek İçin Notlar”, www.sosyalistforum.org/ernesto-che-guevaradan-kuba-devriminin-ideolojisini-incelemek-icin-notlar-t11989.html
[15] Guevara, a.g.e.
[16] Ernesto Che Guevara, “Küba: Bir İstisna mı Yoksa Öncü mü?”, http://www.sosyalistforum.org/kuba-bir-istisna-mi-yoksa-oncu-mu-g-t3623.html
[17] Bkz., Gerrit Huizer, Peasant Mobilization for Land Reform: Historical Case Studies and Theoretical Considerations, Haziran 1999, s.27, www.unrisd.org/.../ab82a6805797760f80256b4f005da1ab/706169c0417986e480256b66003e6841/$FILE/dp103.pdf
[18] Küba Devrimi’nin erken evrelerinde Küba Komünist Partisi’nin takındığı tutumu gözler önüne sermesi bakımından şu makaleye bakılabilir: Samuel Farber, “The Cuban Communists in the Early Stages of the Cuban Revolution: Revolutionaries or Reformists”, Latin American Research Review, Cilt 18, Sayı 1, 1983
[19] Bkz., Robin Blackburn, “Prologue to the Cuban Revolution”, New Left Review, Ekim 1963, s. 52; Fidel Castro kendisiyle yapılan bir söyleşide, Komünist Parti’nin hatalarını şöyle sıralamaktadır: “Komünist Enternasyonal ve oradan gelen emirler, komünistleri Sovyetler Birliği’nin rağbet görmeyen yanlarını savunmaya itti. Molotov-Ribbentrop Paktı, Polonya’nın işgali ve Finlandiya’yla savaş. SSCB her türlü istismara ve suça kapıyı aralayan bir politika izliyordu. Küba’da bu emirler hatalara yol açtı. Hata değil de, partiye pahalıya mal olan politik çizgilere.” Bkz., Ignacio Ramonet, Fidel Castro: İki Ses Bir Biyografi, çev. Bülent Levi, Doğan Kitap, Ekim 2006, s. 165
[20] Ernesto Gomez Abascal, “Fidel”, Küba Büyükelçiliği resmi internet sitesi, http://emba.cubaminrex.cu/Default.aspx?tabid=7638