29 Ocak 2007 Pazartesi

ABD Ulusal Güvenlik Belgeleri: “Türkiye’nin Tarafsız Kalmasını Önleyin”













Fotoğraf: Tel Afer'de ABD'nin Yaptığı


Deniz Yalçın

Not: Bu yazı, 16 Temmuz 2006 tarihli Aydınlık dergisinde yayımlanmıştır.

http://denizyalcin.blogspot.com

ABD Ulusal Güvenlik Arşivi tarafından yayımlanan ve ABD’nin Ortadoğu’daki propaganda operasyonlarının ayrıntılarını gözler önüne seren 148 belgede, Türkiye’ye özel bir önem verildiği anlaşılıyor.
Söz konusu arşivde bunu kanıtlayan önemli bir belge yer alıyor. 14-21 Şubat 1951 tarihleri arasında ABD’nin Ortadoğu’daki tüm diplomatik misyon şeflerinin, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Yakındoğu bölge sorumlularının ve ABD Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey komutanlarının katılımıyla gerçekleştirilen 8 günlük toplantıda ABD’nin Ortadoğu’daki hedefleri ve öncelikleri yeniden saptanıyor. “Uzlaşılan Sonuçlar ve Öneriler” başlığı ile toplantının ardından yayımlanan ve “çok gizli” ibaresi taşıyan 20 no’lu 48 sayfalık bu belgede ABD, Ortadoğu’da temel önceliği Türkiye’ye veriyor.

“Türkiye’nin Tarafsız Kalmasını Önleyin”
Raporda yer alan 13 no’lu tavsiyede, Yunanistan’ın asker sayısı ve savunma gücü sınırlı olduğu için bu ülkeye ABD askeri yardımının makul ölçülerde tutulması gerektiği ifade ediliyor ve Türkiye için şu ifadelere yer veriliyor: “En büyük askeri yardım Türkiye’ye yapılmalı ve Türkiye’nin tarafsız kalmasının önüne geçilmeli. Böyle bir yardım hem halihazırdaki askeri varlığı güçlendirme hem de doğrudan bir saldırıya direniş gösterecek saldırgan bir kuvvet yaratma amacını gütmelidir.”
8 gün süren bu toplantıda Türkiye’nin tarafsız kalmasının önlenmesi, Türkiye’nin Atlantik cephesinde yer alması için askeri yardım yapılması ve Sovyet tehdidi propagandasının güçlendirilmesi kararlaştırılıyor. Bu amaçla ortaya atılan öneri ise, Türkiye’nin derhal NATO üyesi yapılması: Konferansta “ABD’nin Türkiye’de, Yunanistan’da ve sonuç olarak tüm Ortadoğu’da siyasi ve askeri hedeflerine ulaşabilmesi için, mümkün olan en kısa sürede Türkiye ve Yunanistan’ı NATO üyesi yapması gerektiği” ifade ediliyor.
Söz konusu rapor, Türkiye’yi emperyalizmin kapısına bağlayan kararlara İstanbul’da imza atıldığını kanıtlıyor. Nitekim Doç. Dr. Cüneyt Akalın’ın Soğuk Savaş ABD ve Türkiye başlıklı incelemesinde de, 8 gün süren bu toplantının ve ABD’li komutanların Türkiye ziyaretinin Türkiye’nin NATO’ya üye yapılmasında önemli bir köşetaşı olduğu belirtiliyor.

Askeri Yardım ve Sovyet Tehdidi Propagandası El Ele
Öte yandan bu konferansta en büyük askeri yardımın Türkiye’ye verilmesi kararı öne çıkıyor. Bu noktada Soğuk Savaş’ta Amerikan propaganda aygıtının etkilerinin en fazla hissedildiği ülkenin Türkiye olduğunu belirtmek de yanlış olmaz. Zira 148 belgelik söz konusu arşivde, Amerikan yardımlarının doğrudan doğruya Amerikan çıkarlarının gerçekleştirilmesi yönündeki propaganda faaliyetleri kapsamında değerlendirildiği açıkça ifade ediliyor. 1952’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu (belge no: 59) bu konuda oldukça açık sözlü: “Yardım programları, psikolojik hedeflere erişmek için kullanılacak.”
Bu noktada yeniden ABD’nin kamuoyu yönlendirme operasyonlarına dönmekte yarar var. Arşivde yer alan 58 no’lu belgede ifade edilen “Arap kamuoyunda etki yaratmak için gazetelerde daha fazla yer satın almak ve manşetlerle başyazıların denetimini ele geçirmek” hedefi, ABD’nin psikolojik savaş operasyonlarını nasıl yürüttüğünü göstermesi bakımından oldukça önemli. Yerel basında ABD ekonomik ve askeri yardımlarının daha fazla yer bulması için teşvik ödenmesi, Batı destekli güvenlik anlaşmalarının övülmesi ve bu makalelerin bölgedeki diğer ülkelere de yayılması, aynı kapsamda öne çıkan propaganda etkinlikleri.

Propaganda’nın Hedefi
ABD’nin Ortadoğu’da yürüttüğü propaganda faaliyetlerinin hedefi, 23 Temmuz 1954 tarihli, “Yakındoğu’da ABD Hedefleri ve Politikaları” başlıklı Ulusal Güvenlik Konseyi raporunda şöyle ifadesini buluyor: “Sovyet komünizminin bugün dünyadaki tek emperyalist güç olduğu ve komünist dinsizliğin tüm dinlerin ortak düşmanı olduğu fikrini işleyerek Ortadoğu’daki tarafsızlık yanlısı güçleri bertaraf etmek.”
Konulan bu hedef doğrultusunda yapılanları da yine arşivden öğreniyoruz. 11 Ekim 1955 tarihli, 130 no’lu belge ABD Operasyon Koordinasyon Kurulu tarafından hazırlanan 17 sayfalık bir rapor. Söz konusu kurulda CIA da var. Bu raporda, Yakındoğu’da ABD’nin belirlediği hedefler doğrultusunda 11 Nisan 1955 ile 7 Ekim 1955 tarihleri arasında gerçekleştirilen eylemlerin bir bilançosu çıkarılmış ve eylemler Ulusal Güvenlik Konseyi’ne rapor edilmiş.

“Aydın kesim Batıcı olmalı”
Raporda, “özgür dünyanın hedeflerine en uygun liderlik gruplarını destekleyin. Aydınların Batı merkezli etkinliklere yönelmesini örgütleyin.” şeklinde ifade edilen görev doğrultusunda nelerin eyleme konduğu şu sözlerle ifade edilmiş: “Dışişleri’nin eğitim programı, aydın kesimin Batıcı olmasının öneminin farkındadır. Siyasi, askeri liderlerle sendika liderleri, haber müdürleri, aydınlar ve öğrenciler, hem birebir temas hem de doktriner yayınların ulaştırılması yoluyla özel ilgi altındadır.”

Sovyet Tehdidi Efsanesi
Aydınları propaganda yoluyla Atlantik cephesine ideolojik olarak bağlama ve bu kesimin katkılarıyla toplumda Batı yanlısı görüşlerin yaygınlaştırılması hedefi güden Amerikan psikolojik operasyon aygıtının bu amaçla yarattığı düşman ise Sovyet tehdidi efsanesi. Aynı belgede, “Sovyet rejiminin Ortadoğu’daki ülkelere dönük “düşmanca” tavırlarının açığa vurulması” konusunda yapılanlar da bunun kanıtı.
Bu konuda en büyük sorumluluğun yine basın yayın organlarına yüklendiği görülüyor. ABD İstihbarat Servisi’nin Yakındoğu’da her türlü aygıttan yararlanarak komünizme ilişkin bilgi yaydığının belirtildiği belgede, Irak’taki anti-komünist kampanyada ABD ile Irak Hükümeti’nin birlikte çalıştıkları vurgulanıyor; Suriye basınında ise Sovyet karşıtı haberlerin ve makalelerin yayınlanması konusunda büyük başarı elde edildiği açıklanıyor ve ABD’nin sağladığı materyallerle yazdırılan iki anti-komünist kitabın satışa sunulduğu belirtiliyor.
Ayrıca, ABD’nin hedeflerine ulaşmasını sağlayacak yazılı ve görsel malzemelerin basında yer almasını sağlamak için kişisel bağlantıların arttırılması yolunda büyük aşama kaydedildiği belirtiliyor ve bunun ölçüsü olarak, sadece Ürdün’de gazetelerin kullandığı ABD kaynaklı yazılı materyallerin sayısında üç kat artış sağlandığı ifade ediliyor. Kütüphanelere de özel önem verildiği rapordan anlaşılıyor. Bölgede son 6 ay içinde kütüphanelerde istihdam edilmek üzere binlerce yeni görevlinin işe alındığını ve bu yolla anti-komünist kitap ve materyallerin daha geniş kitlelere ulaşmasının sağlandığı da aktarılan bilgiler arasında.

ABD Bugün de Aynı
ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Ortadoğu’da uyguladığı propaganda taktikleri, hem geçmişe hem de bugüne ışık tutması bakımından oldukça önemli. Nitekim geçtiğimiz günlerde ABD basınına yansıyan ve ABD Savunma Bakanı D. Rumsfeld’in de kabul etmek zorunda kaldığı Irak merkezli propaganda skandalı, ABD’nin taktiklerinden vazgeçmediğinin kanıtı. ABD’nin Irak işgalinden sonra Lincoln Group adlı bir şirket aracılığıyla Irak’taki bazı basın yayın organlarında direnişçileri hedef alan ve işgali öven yazılar yayınlattığı, köşe yazarlarını parayla satın aldığı geçtiğimiz günlerde kanıtlandı.
Bugün ABD’nin Ortadoğu’daki imajı 1950’lere göre daha da kötü. Bu nedenle ABD, basın yayın organlarında ABD çıkarlarına hizmet eden dezenformasyon faaliyetlerini bizzat yürütmek yerine, sözkonusu ülkelerde faaliyet gösteren danışmanlık şirketleri ve STK’lar aracılığıyla hareket etmeyi tercih ediyor.

25 Ocak 2007 Perşembe

ABD Ulusal Güvenlik Arşivi Belgeleriyle Ortadoğu’da Amerikan Propagandası’nın İçyüzü













Fotoğraf: ABD'nin Felluce Katliamı'ndan


Deniz Yalçın

ABD’nin Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından itibaren Ortadoğu’da yürüttüğü psikolojik savaş operasyonlarının iç yüzü ortaya çıkıyor. ABD Ulusal Güvenlik Arşivi, 1950’den sonra ABD’nin Ortadoğu’da izlediği propaganda ve psikolojik savaş taktiklerinin birçoğunu açığa vuran 148 gizli belgeyi yayımladı. ABD Büyükelçilikleri’nin bu operasyonların merkezinde oldukları, gizli yazışmalardan bir kere daha anlaşılıyor.
Yapılan yazışmalar özellikle Irak, İran, Suudi Arabistan merkezli propaganda ve psikolojik savaş taktiklerini açığa vuruyor ve aynı stratejiye Türkiye’nin de dahil olduğu “Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi”nde açıkça ifade ediliyor.

Amerikan Propagandası Neyi Amaçlıyor?
Söz konusu belgelerde ABD’nin Ortadoğu’da 50’li yıllarda geliştirdiği propaganda stratejisi “komünizmle mücadele” olarak ifade ediliyor ve bu amaçla her türlü faaliyet meşru görülüp uygulanıyor. Bunun yanında izlenen strateji, komünizmle mücadele adı altında yükselen Amerikan karşıtlığının dizginlenmesi ve Ortadoğu’nun tamamıyla ABD emperyalizminin denetimine girmesi. 16 Mayıs 1952 tarihinde Irak’taki ABD Elçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen ve “Irak için Enformasyon Programı” başlığını taşıyan 62 no’lu gizli yazışmada, Irak’ta Amerikan propagandası ile “Batı karşıtlığının üstesinden gelmek için duygusal bir ortam geliştirmek ve böylece ortak bir düşman (komünizm) yaratarak Irak halkı ile Batılı güçler arasında kopmaz bir bağ yaratmak” amacının güdüldüğü açığa vuruluyor. Yine 1952’de İran’daki ABD Elçiliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen “İran İçin Enformasyon Programı” başlıklı gizli yazıda da, “Batı ile yakın ilişkilerin en sağlıklı ve karlı yol olduğu propagandası”nın İran’da teşvik edilmesi kararlaştırılıyor.

“Devrimci ve Milliyetçi Güçleri Kazanın”
23 Temmuz 1954’te yayımlanan “Yakındoğu’da Amerikan Hedefleri ve Politikaları” başlıklı ABD Ulusal Güvenlik Konseyi raporunda ise, Ortadoğu’da ABD propagandasının hedefinin “kamuoyundaki Amerikan karşıtı dalgayı tersine çevirmek ve bölgedeki devrimci ve milliyetçi güçleri, Batı karşıtı olmayan ılımlı kanallara sevk etmek” olduğu açıkça ifade ediliyor. Nitekim Müslüman coğrafyada Komünizm’le mücadele stratejisi öncelikle Komünizm ile Siyonizm arasında yakın ve güçlü bağ olduğu yönündeki propagandayla etkin kılınmaya çalışılıyor. Ancak o tarihte bu taktiğin başarılı olmadığını yine ABD itiraf ediyor. Öyle ki 5 Nisan 1954 tarihli 120 no’lu gizli yazışmada, Irak’ta Komünizm ile Siyonizm arasında bağ kurmayı hedefleyen propagandanın beklenenden daha az etki yarattığı vurgulanıyor ve yeni hedefin milliyetçi güçler olduğu şöyle ifade ediliyor: “gazete makalelerinde ve broşürlerde, Komünizm’in Siyonizm yanlısı olduğu propagandası yerine “milliyetçilik düşmanı” olduğu propagandası işlensin.” 24 Temmuz 1958 tarihli 132 no’lu ABD Ulusal Güvenlik Konseyi memorandumunda ise ABD Haber Servisi Başkanı’nın şu sözlerine yer veriliyor: “ABD Ortadoğu’daki milliyetçi güçlerle uzlaşma yoluna girsin.”


Hedefe Ulaşmak: ABD Propagandası Feodalizm’le Kol Kola
Milli demokratik devrimini tamamlayamayan ülkelerde emperyalist propagandanın yaşam alanı bulduğunu, feodalizmin ve toprak ağalığının emperyalizmin en önemli müttefikleri arasında yer aldığını ABD gizli belgeleri açığa vuruyor. Nitekim 28 Nisan 1952’de İran’daki ABD Elçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen “İran İçin Propaganda Planı”nda, ABD propagandasının hedef kitlesi şöyle tanımlanıyor: “Yoksul, okuma yazma bilmeyen kırsal nüfus, siyasal ve iktisadi seçkinler, profesörler, öğretmenler, meslek sahipleri, mollalar ve diğer düşünce önderleri.” Görüldüğü üzere ABD, aydınlar üzerinden ideolojik hegemonya kurma ve kendi çıkarlarını herkesin çıkarı olarak yansıtma hedefi için feodalizmin yarattığı yoksulluk ve cehalet ortamından besleniyor. Zira hedef kitle içinde ilk sayılanlar, “yoksul, okuma yazma bilmeyen kırsal nüfus”. Bu da feodalizmle mücadelenin emperyalizmle mücadele anlamına geldiğini bir kere daha kanıtlıyor. Bu noktada 60 no’lu belgede, propaganda faaliyetlerinin başarıya ulaştırılması için “bilginin denetlenmesi ve yorumların yönlendirilmesi” gerektiği de vurgulanıyor. Nitekim Irak’ta bu programın adı şöyle konuluyor: Antikomünist Beyin Yıkama Programı (26 Mayıs 1953, 95 no’lu belge).

Basının Rolü
Amerikan çıkarlarını Ortadoğu’da hakim kılmak için geliştirilen ideolojik aygıtlar arasında, basın-yayın organlarının önemli yer işgal ettiği belgelerden anlaşılıyor. Örneğin 30 Kasım 1951 tarihli elçilik yazışmasında, ABD Dışişleri Bakanlığı’na, özel bir yayınevi sahibiyle kurulan işbirliğinin daha da güçlendirileceği bildiriliyor. 125 no’lu gizli yazışmada ise, “Kuveyt’te sol görüşlü, antiemperyalist içerikte kitaplar satan kitabevinin ve sahibinin acilen izlemeye alınması” talimatı veriliyor.
61 ve 96 no’lu belgelerde ise, İran’da gazetecilere para karşılığı Sovyetler Birliği karşıtı yazılar yazdırıldığı ilan ediliyor. 62 no’lu belgede ifade edilen “Irak’ta Propaganda Faaliyetleri” arasında ise, “Irak halkını Sovyet emperyalizminin tehditleri konusunda uyanık tutmak ve Batı ile askeri ittifak yapmaya ikna etmek amacıyla bir dergi çıkartılacağı” sayılıyor. 29 Ocak 1954 tarihli gizli yazışmada da, Irak’ta ABD’nin antikomünist yayın faaliyetlerinin deşifre olduğu, bu nedenle faaliyetlerin Iraklı yetkililer aracılığıyla yürütülmesi gerektiği vurgulanıyor.

Musaddık’ı Devirmenin Dayanılmaz Hafifliği
ABD Ulusal Güvenlik Arşivi’ndeki gizli belgeler, İran’da ulusalcı Musaddık yönetimini 1953’te deviren darbenin arkasında ABD’nin olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. 2 Eylül 1953’te ABD’nin İran Elçiliği’nden yapılan gizli yazışmada şu sözlere yer verilmesi boşuna değil: “İran’da darbe, propaganda faaliyetleri için büyük olanaklar yaratacak.” 15 Eylül 1953 tarihli gizli yazışmanın başlığı ise “İran konusunda Medya Rehberliği”. Amaç darbe sonrasında propaganda faaliyetlerini güçlendirmek. 2 Ekim 1953 tarihli yazışmada ise, Musaddık sonrası Şah yönetimini başarılı kılmak için izlenmesi gereken propaganda taktikleri tartışılıyor. 114 no’lu belgede, ABD merkezli New York Times, Newsweek ve Time gibi yayın organlarının ABD propagandası açısından nasıl bir araç olarak görüldüğü de gözler önüne seriliyor. 7 Kasım 1953 tarihli söz konusu yazışmada şu ifadelere yer verilmiş: “İran’da ABD elçiliği, İngiliz ambargosu sonrası kötüye giden İran ekonomisinin durumundan Musaddık yönetimini sorumlu tutmak için New York Times, Time ya da Newsweek’de yayımlanmak üzere bir makale hazırlıyor.” Peki Musaddık kimdi ve ABD’nin İran’daki propaganda faaliyetlerine dönük nasıl bir tehdit oluşturuyordu? Muhammed Musaddık, İngiltere yönetimindeki Anglo-İran Petrol Şirketi’ni 1951’de millileştirmiş ve ardından İran’ın ulusalcı güçleriyle ve TUDEH’le işbirliği yaparak Ortadoğu’daki ABD ve İngiliz çıkarlarının gerçekleşmesini önlemişti. Dolayısıyla Musaddık ülkesinde halk desteğini arkasına alan bir liderdi. Musaddık ABD Devlet Başkanı Eisonhower’ın onay verdiği Ajax Operasyonu sonucunda, CIA ve İngiliz Gizli Servisi tarafından 1953’te devrilmişti. Musaddık’ı deviren darbenin CIA operasyonu olduğuna dair belgeler de ABD Ulusal Güvenlik Arşivi’nde yayınlandı.

Elçilikler: Psikolojik Savaş’ın “Diplomatik” CIA’ları
Musaddık’ı devirmeye dönük operasyondan ve sonrasında uygulanan yöntemlerden de anlaşıldığı üzere, ABD’nin antiemperyalist güçleri karalama kampanyalarını Ortadoğu’daki Amerikan Elçilikleri bizzat yönlendiriyor. Bu noktada Elçiliklere para ile köşe yazarlarını satın almak yetmiyor, bir de köşe yazarlarının “köşe”lerini satın alarak kendi hazırladığı yazıları yayımlatıyorlar. Bunu yine söz konusu belgelerdeki gizli yazışmalardan anlıyoruz. Örneğin 21 Ekim 1969 tarihli Beyaz Saray Memorandumu’ndaki şu ifadelere bakmak yeterli: “İran Şahı’nın ABD Başkanı Nixon’u öven ifadelerinin basında yer alması için “dost köşe yazarları”na ulaşılmalı”. Görüldüğü üzere Musaddık’ın devrilmesinden sonra iktidara gelen İran Şahı için ABD, “dost köşe yazarları”nı harekete geçiriyor. Emperyalizm’in izlediği taktikler, bu bakımdan süreklilik gösteriyor. ABD ve AB emperyalizminin dost köşe yazarlarının Türkiye’de para karşılığı emperyalizm adına propaganda yapan yazılar yazdıkları, zaten Karen Fogg’un e-postalarında kanıtlanmıştı. Karen Fogg da AB’nin Türkiye nezdindeki elçisiydi. Görülüyor ki emperyalizm, psikolojik savaş operasyonlarını elçilikler aracılığıyla yönetmeyi sürdürüyor.
Bir diğer ilgi çekici belge ise, 28 Eylül 1979 tarihinde CIA tarafından gönderilen “Sovyet karşıtı Gösteri” başlıklı not. Bu notta Hindistan’ın Yeni Delhi şehrinde CIA tarafından Sovyet karşıtı bir protesto gösterisi örgütlendiği ve gösteriyle amacın Afganistan’a yönelik Sovyet müdahalesini protesto etmek olduğu ifade ediliyor. Gerek gösterinin gerekse bunun Hint medyasına yansımasının rapor edildiği bu yazışma da, CIA’nın yöntemlerini açığa vurması bakımından oldukça önemli.

Not: Bu yazı 9 Temmuz 2006 tarihli Aydınlık dergisinde yayımlanmıştır.

10 Ocak 2007 Çarşamba

ABD'nin Orhan Pamuk'a Verdiği Görev



ABD’nin Orhan Pamuk’a Verdiği Görev

Deniz Yalçın

Not: Bu yazının daha kısa bir versiyonu 22 Ekim 2006 tarihinde Aydınlık dergisinde yayımlanmıştır.

“2006 Nobel Edebiyat Ödülü, ”kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbirleriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan Orhan Pamuk’a verilmiştir.”
Bu sözler, Büyük Ortadoğu Projesi’nin medeniyetler ve kültürler arası diyalog tezlerinin kendisine yazın alanında bir temsilci bulduğunun tescili gibiydi.
O nedenle Orhan Pamuk’a verilen Nobel ödülü, ABD’nin BOP çerçevesinde 2005 yılında yeniden güçlendirme kararı aldığı “kültürel diplomasi” çalışmalarından bağımsız değerlendirilemez.

Pamuk’a Nobel Süreci Nasıl Gelişti?
ABD Dışişleri Bakanlığı, özellikle Ortadoğu’da yükselen Amerikan karşıtlığının da etkisiyle, Soğuk Savaş sırasında uyguladığı etkin kültürel diplomasi çalışmalarını canlandırma kararını 2005’te aldı. Bu kez amaç, özellikle Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu ülkelerin aydınlarını, yazarlarını “Amerikan değerleri”ni yaymak adına kazanmak olarak açıklanmıştı. Eylül 2005’te ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan raporda ise, sürecin yol haritası ve izlenecek yöntemler saptandı.1 Amaç kültürel alanda “modeller” yaratmak ve ABD’nin BOP’u çerçevesinde ideolojik hegemonya faaliyetleri yürütülmesini sağlamak olarak ifade ediliyor; bunun için de kültürler arası, medeniyetler arası diyalogu çalışmalarının odağına alan yazarların kazanılmasının önemi vurgulanıyordu.

Orhan Pamuk’un 1985-1988 yılları arasında katıldığı ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Uluslararası Yazarlık Programı’nın da, bu süreçte yeniden güçlendirilmesi kararı alındı. [2] Bu program, açıldığı tarihten bu yana düzenli olarak İslam ülkelerinden yazarlar seçiyor ve yetiştiriyordu. İnternet sitesi ABD’nin kültürel diplomasi çalışmalarını yeniden gündeme getiren Eylül 2005 tarihli Dışişleri Bakanlığı Raporu ile açılan söz konusu yazarlık programının özellikle çekici kılınması için bu süreçte başka ne yapılabilirdi? Orhan Pamuk’un bu programa katılan yazarlar arasında Nobel Edebiyat ödülü alan ilk kişi olması, bu noktada anlamlıydı.

Nobel Edebiyat Ödülü Verilen İlk Müslüman Yazar Pamuk
Bu arada daha da önemli bir “ilk” gözlerden kaçıyordu. Orhan Pamuk, 1901 yılından bu yana verilmekte olan bu ödülü alan ilk Müslüman yazar oldu aynı zamanda. Türk medyası 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü alan Mısırlı yazar Necib Mahfouz’un Müslüman olduğu düşüncesinden hareketle, bu ayrıntıyı da kasıtlı veya değil atladı. Oysa Necib Mahfouz, Mısır vatandaşı bir Hıristiyan’dı. Ne olmuştu da 105 yıldır hiçbir müslüman yazara verilmeyen bu ödül, ilk kez Orhan Pamuk’un şahsında bir müslüman yazara verilmişti? Gelin şimdi, Pentagon’a girebilen tek Türk gazeteci olmakla övünen, Türkiye’de ABD ve AB güdümünde çöküşün sözcülüğünü yapan, AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’dan para karşılığı yazı siparişi aldığı belgelenen Cengiz Çandar’dan bu ödülün ilk kez bir Müslüman yazara verilmesinin ne anlama geldiğini öğrenelim:

“Ödülün zamanlaması bundan daha iyi olamazdı. Türkiye’nin, Avrupa kapısının yüzüne kapandığını düşünmeye başladığı bir dönem bu. Dünyadaki en yüksek Amerikan karşıtlığı oranı ile de birleşen AB konusundaki hayal kırıklığında da bir artış var. Bu olgu Türkiye’yi küreselleşmiş bir dünyada daha fazla izolasyoncu eğilimlere doğru itiyor. Böyle bir Türkiye’de milliyetçilik ve anakronizm, güçlenmek için uygun zemin ve iklim bulabilir… Medeniyetler çatışması kavramının gündemde olduğu bir dönemde Pamuk bunun saçma olduğunu ve kendisinin Müslüman kültürü ile diğer kültürler arasındaki uyuma katkı vermeye bağlı olduğunu belirtti.”(Bkz., Cengiz Çandar, “Turkey's shining star in pantheon of giants”, The New Anatolian, 16 Ekim 2006, http://www.thenewanatolian.com/opinion-16521.html)

Pamuk’a verilen Nobel ile ABD’nin neyi amaçladığını bundan daha net ortaya koyamazdı Çandar. Yükselen Amerikan karşıtlığını ya da Atlantik cephesi karşıtlığını dizginlemek. ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Ortadoğu’da sürdürdüğü psikolojik savaş ve kültürel diplomasi çalışmalarını 11 Eylül sonrasında yeniden güncelleştirdiğinin de kanıtı bu. Bunun için ABD Ulusal Güvenlik Arşivi belgelerine bakmak yeterli. Söz konusu belgelerde ABD’nin Ortadoğu’da 50’li yıllarda geliştirdiği propaganda stratejisi “komünizmle mücadele” olarak ifade ediliyor ve bu amaçla her türlü faaliyet meşru görülüp uygulanıyor. Bunun yanında izlenen strateji, komünizmle mücadele adı altında yükselen Amerikan karşıtlığının dizginlenmesi ve Ortadoğu’nun tamamıyla ABD emperyalizminin denetimine girmesi. 16 Mayıs 1952 tarihinde Irak’taki ABD Elçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen ve “Irak için Enformasyon Programı” başlığını taşıyan 62 no’lu gizli yazışmada, Irak’ta Amerikan propagandası ile “Batı karşıtlığının üstesinden gelmek için duygusal bir ortam geliştirmek ve böylece ortak bir düşman (komünizm) yaratarak Irak halkı ile Batılı güçler arasında kopmaz bir bağ yaratmak” amacının güdüldüğü açığa vuruluyor. 23 Temmuz 1954’te yayımlanan “Yakındoğu’da Amerikan Hedefleri ve Politikaları” başlıklı ABD Ulusal Güvenlik Konseyi raporunda ise, Ortadoğu’da ABD propagandasının hedefinin “kamuoyundaki Amerikan karşıtı dalgayı tersine çevirmek ve bölgedeki devrimci ve milliyetçi güçleri, Batı karşıtı olmayan ılımlı kanallara sevk etmek” olduğu açıkça ifade ediliyor. (Ayrıntılı inceleme için bkz., Deniz Yalçın, “ABD Ulusal Güvenlik Arşivi Belgeleriyle Ortadoğu’da Amerikan Propagandası’nın İçyüzü”,
9 Temmuz 2006, Aydınlık, http://www.antiemperyalizm.org/gercek/gazete/article_1569.shtml


Yani ABD, bildiğimiz ABD.

Uluslararası Yazarlık Kursu’nun İşlevi
Orhan Pamuk’un ABD’de iken katıldığı bu program ABD Dışişleri tarafından çok önemseniyor. Orhan Pamuk’un bu noktada bir model olduğu da, Dışişleri yetkililerinin kültürel diplomasi konusundaki hemen tüm açıklamalarında yer buluyor. Örneğin ABD’nin yarı resmi Dışişleri Bakanlığı görevini yerine getiren Dış ilişkiler Konseyi’nin (CFR) 2002’de yayımladığı “ABD’nin Türkiye’de Kültürel Diplomasi Faaliyetleri” başlıklı raporda, Pamuk’un katıldığı uluslararası yazarlık programına vurgu yapılıyor ve Orhan Pamuk’tan şöyle söz ediliyor: “Kültürel programlar fark yaratır. Orhan Pamuk gibi ABD’de yaşamış ve çalışmış yazarlar, Türkiye’deki insanlara Amerikan tarihini ve değerlerini daha iyi anlatmak açısından büyük bir değer taşımaktadırlar.” [3]


2004: Bush İlk Sinyalleri Veriyor
2004 yılında İstanbul’da ABD Başkanı G. W. Bush tarafından yapılan konuşma da, Orhan Pamuk’un çalışmalarının BOP’un kültürel modeli olarak seçildiğinin güçlü işaretlerini veriyordu. Nobel yakındı. Bush şöyle diyordu: “Orhan Pamuk’un yapıtları, kültürler arasında bir köprüdür, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti gibi. Pamuk’un da söylediği gibi, bu toprakların insanları önemli olanın tarafların, uygarlıkların, kültürlerin, Doğu ile Batı’nın çatışması olmadığını anlamıştır. Pamuk, “asıl önemli olan, diğer kıtalardan ve uygarlıklardan insanların tıpkı sizin gibi olduğunu fark etmektir” demekte haklıdır.”

2005’te kültürel diplomasi çalışmalarının hızlandırılması kararının alındığı dönemde ise, Pamuk’un uluslararası çapta bir pazarlama kampanyası ile Nobel’e hazırlanması süreci de hız kazandı. Bu aynı zamanda Pamuk’un Türkiye düşmanlığı konusunda da ABD ile aynı cephede yerini güçlendirdiği yıldı.

Pamuk, Türkiye Düşmanlığı’nda ABD ile Kol Kola
Pamuk bir İsviçre gazetesine verdiği demeçte şunları söylüyordu: “Benim dışımda kimse söylemiyor; bu topraklarda bir milyon Ermeni, 30 bin de Kürt öldürüldü”. Yine İngilizler’in The Times gazetesine de benzeri yönde bir açıklama yapan Pamuk, sözlerinin arkasında olduğunu, Türkiye'de Ermeni katliamının tabu kabul edildiğini ve tartışılamadığını ifade ediyordu. Söyleşide Türkiye'nin Ermeni katliamını tartışmasının vaktinin geldiğini belirten Pamuk, bu 'bilgi'nin Türk insanından saklandığının ve bunun 'iyi bir şey' olmadığının da altını çiziyordu.

ABD Dışişleri Bakanlığı: “Türkiye’de Tabuları Yıkmayı Teşvik Ediyoruz”
Şimdi ABD’nin Orhan Pamuk’un tabuları yıkması ile ilgili değerlendirmesine bakalım ve Pamuk tabuları kimin için yıkıyormuş, bunu görelim. 27 Mart 2006 tarihinde Amerika Ulusal Konferansı Ermeni Meclisi heyeti ile ABD Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried arasında Washington’da gerçekleştirilen görüşmede Fried’in Pamuk için kullandığı ifadeler aynen şöyle: Türkiye’yi, kuşaklar boyunca tabu olarak kabul edilen konuları daha ciddi ele almaya teşvik etme yollarını arıyoruz. Bu sürecin Türkiye’de başladığını da söyleyebilirim. Örneğin ünlü Türk yazarı Orhan Pamuk’un bu konuyu açıklıkla dile getirdiğini hatırlarsınız.” [4]
Orhan Pamuk’a “tabuları yıkma görevi”nin kim tarafından verildiği bu sözlerden açıklıkla anlaşılıyor. Tabuları yıkma karşılığında Pamuk’un payına ise Nobel düşüyor. ABD BOP kapsamında AKP’ye biçtiği misyonu, kültürel alanda Orhan Pamuk aracılığıyla ilerletmek istiyor.

“Pamuk: Amerikan Kültürü Benim İkinci Kültürüm”
Elbette bu noktada bir de Pamuk’un ABD ile ilgili sözlerini ele almakta yarar var. Pamuk 1 Kasım 2004’te Seattle Post Intelligencer’da yayımlanan söyleşisinde, bakınız ABD’yi nasıl değerlendiriyor: American culture is my second culture. America is the country I feel second closest to, since I spent some of my high school and college years in the U.S. It is like a second home to me (Amerikan kültürü benim ikinci kültürüm. Lise ve üniversite yıllarımın bir kısmını ABD’de geçirdiğim için Amerika’yı kendime en yakın ikinci ülke olarak görüyorum. İkinci evim gibi yani.) [5]

Pamuk’un bu önemli sözlerini neden mi alıntıladım? Bilindiği üzere Pamuk, Türkiye’nin AB üyeliğinin en hararetli savunucularından birisi. Bunu her fırsatta da seslendiriyor. Ayrıca, Türkiye’nin AB’ye üye olması durumunda işsizliğin azalacağı, demokrasinin yerleşeceği gibi masalsı söylemleri sahiplenmenin yanında, bir de Türkiye’nin AB üyeliğinin medeniyetler arası çatışma yerine medeniyetler arası diyalog adına ilerleme olacağını ifade ediyor. İlginçtir, sürekli olarak AB’nin nimetlerinden dem vuran, Avrupa kültüründen, demokrasisinden söz eden hemen bütün yazarlar, kendilerine en yakın ülke sorulduğunda Avrupa tercihi yerine ABD tercihi yapıyor. Pamuk da böyle. Dikkat edersek, medyada da bazı köşe yazarları için bu durum geçerli. En hararetli AB savunucuları, kritik dönemlerde hep ABD’den yana tavır almakta. Bunu şunu görmek açısından söylüyorum. Türkiye’de medya ve aydınlar aracılığıyla toplumda hakim kılınmaya çalışılan AB masalı da büyük oranda ABD patentli. Kendilerine ikinci yakın ülke olarak ABD’yi görenler (aslında ikinci de değil, apaçık birinci ülke, ama bunu açıkça söylemeleri elbette beklenemez), Türkiye’ye neden AB kapısında bağlı tutulma rolünü biçerler, bu soru üzerinde düşünülmeye değer değil mi?

Kuşkusuz benim buna geliştirdiğim bir yanıt var ve ayrıntılı olarak ele alındığında belirginleşmesi çok olası olan bir yanıt bu: Türkiye’nin AB kapısında bağlı tutulma projesi, ABD’nin projesi çünkü.

Pamuk kısmına dönelim. Hararetli AB savunucusu Pamuk, her nedense kendisine Avrupa kültürünü değil, Amerikan kültürünü yakın bulduğunu ifade ediyor ve Türkiye’nin AB üyeliği projesinin bir ABD stratejisi olduğunu ele verecek biçimde her fırsatta ABD’nin 11 Eylül sonrası süreçte hegemonyasını sürdürmek için geliştirdiği yeni tehdit algısına ve onun kavramsal cephaneliğine başvurarak yanıtlarını geliştiriyor. Ne diyor hatırlayalım: “Türkiye’nin AB üyeliği, medeniyetler çatışmasına son verir, medeniyetler arası diyaloga katkı yapar.”

O medeniyetler arası çatışma söylemini yaratan da, sonra yarattığı yapay çelişkiler üzerinden kendi cephesini genişletmek için Batı dışı toplumlardan müttefik devşirme yolu olarak medeniyetler arası diyalog taktiğini geliştiren de ABD değil midir? Kuşkusuz öyle ve kuşkusuz Pamuk bunu bilse de, aksini söyleyemez. Peki, Pamuk gibi kimler konuşuyor, kimler Türkiye’nin AB üyeliğinin medeniyetler arası çatışmaya son vereceği söylemi üzerinden siyasetini ilerletiyor? Elbette ABD’de Bush-Cheney-Rice çetesi, AB içinde Blair ve ekibi, Türkiye’de AKP ve Erdoğan hükümeti. Doğal olarak bu söylemin siyasal müttefikleri belirginleşince, kültürel alanda o siyasetin belirgin ve yaygın kılınması görevini üstlenen yazarlara da ödüllerin ardı arkası kesilmez oluyor. Zaten, Türkiye’de Orhan Pamuk’u sevimlileştirme gayreti içindeki kesimlerin esas çaresizliği de, onun kültürel alanda taşıyıcılığını yaptığı ideolojik kurgunun, ABD sevgisinin, AB stratejisinin ve bir bütün olarak emperyalizmin Türk halkının çoğunluğu tarafından onay görmemesinden kaynaklanıyor. Pamuk’un sevilmemesi ya da aldığı ödülün beklenen heyecanı yaratmamış olması bu bakımdan edebiyatla ilgili değil, bu çok açık. Sistemin ideolojik krize giriyor oluşu ve medyayı teslim alan kalemşörlerin gerekli ideolojik hegemonyayı kuramıyor oluşları, panik havasının gerçek nedeni. O yüzden de, başka zaman neredeyse Türk kelimesinin kullanılmasını ırkçılık olarak yaftalayan bu isimler, son birkaç gündür çaresizce köşelerinden Pamuk’un ödülüne yazarın Türk olması nedeniyle sevinmemiz gerektiği gibi yanıtlar geliştirerek içinden çıkılmaz bunalımlara, uykularını kaçıran kabuslara sürükleniyorlar.

Türk Edebiyatı Hakkındaki Sözleri
Gelelim Pamuk’un yazarlık anlayışına ve Nobel sonrası yaptığı “bu ödül Türk edebiyatına verilmiştir” şeklindeki açıklamasına. Pamuk burada da sahiplenmediği bir mirasa gönderme yaparak Türk edebiyatçılarını yanına çekmeye, sürece meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Oysa aynı Pamuk, kendisini uluslararası çapta pazarlama sürecinde gerçekleştirilen söyleşilerden birinde, bakın Türk edebiyatında kendisinden önceki kuşaklar hakkında neler söylüyor: “ilk kitaplarımı yayımlarken, bir önceki yazar kuşağı yok olmak üzereydi. Dolayısıyla yeni bir yazar olarak olumlu karşılandım.” Söyleşiyi gerçekleştiren Paris Review ekibi burada devreye girerek şu soruyu soruyor: “Bir önceki yazar kuşağı derken aklınızda kimler var?” ve Pamuk şöyle yanıt veriyor: “Bir önceki kuşağın yazarları, toplumsal sorumluluk hisseden, edebiyatın ahlaka ve politikaya hizmet etmesi gerektiğini düşünen yazarlar. Onlar gerçekçi yazarlar. Birçok yoksul ülkedeki yazarlar gibi onlar da yeteneklerini milletlerine hizmet etme arayışları yolunda harcadılar. Ben onlar gibi olmak istemiyorum.” [6]
İşte Nobel Edebiyat Ödülü, ülkesinin ve halkının sorunlarına duyarlı edebiyat mirasını “ben onlar gibi olmak istemiyorum” diyerek reddeden, yeteneklerini başka amaçlar için değerlendirdiğini bu kadar açıklıkla belirten ve “bu Nobel, Türk edebiyatına armağandır” diyerek edebiyat dünyasından meşruiyet arayan böyle bir yazara verildi. Bununla da kalmıyor.

“Atatürk’ün Ordusu İhtiyaçlarımıza Uygun Değil”
Nobel’i Orhan Pamuk’un almasını sevinçle karşılayanlar, ABD’nin kültürel diplomasi çalışmaları nezdindeki bu ilk büyük hamlesini de sevinçle karşılamış oluyorlar. Pamuk’un misyonunun “tabuları yıkmak” ve “Türk tarihini tartışmaya açmak” olduğunu, gerek ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin açıklamaları gerekse Pamuk’un kendi sözleri ele veriyor. “Türk tarihinin hakkından gelinecek” diyen AB temsilcisi Karen Fogg’u anımsatırcasına, Pamuk’un Ekim 2005’te İspanyol ABC Gazetesi’nde yayımlanan söyleşisinde kullandığı şu ifadelere göz atalım bir de: “Atatürk’ün ordusu, bugünkü ihtiyaçlarımız için uygun değil; bu ulusal, güçlü, Jakoben proje, hükümeti bir korse gibi sıkıyor. İhtiyacımız olan, daha liberal bir hükümete sahip olmak”. [7] Kemalist Devrim’i eleştirip AKP’nin hareket serbestisi kazanmasını dert edinen Orhan Pamuk’a ancak bir saptama uygun düşüyor: 11 Eylül aydını.

ABD her ne kadar BOP adına Orhan Pamuk’u öne çıkarsa da, Türkiye bu oyuna gelmiyor. Türk halkının büyük bir çoğunluğunun tepki duyduğu Pamuk’u kendisine model seçen ABD ise, çaresizliğini itiraf etmiş oluyor. Çünkü artık ne AKP ne ABD ne de Orhan Pamuk itibar görüyor.

Dipnotlar:
1 Rapor için bkz., ABD Dışişleri Bakanlığı Resmi Belgesi, “Cultural Diplomacy: The Linchpin of Public Diplomacy”, www.state.gov/documents/organization/54374.pdf
2 Program için bkz., http://www.uiowa.edu/~iwp/PROG/PROGmain.html
3 Bkz., Helena Kane Finn, “US Cultural Diplomacy in Turkey”, Council on Foreign Relations (CFR), http://www.cfr.org/publication/5285/us_cultural_diplomacy_in_turkey.html
4 ABD Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried’in Ermeni lobisi yetkilileriyle Washington’da gerçekleştirdiği bu görüşmenin tutanakları ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde yer almaktadır. http://www.state.gov/p/eur/rls/rm/63791.htm
5 Seattle Post Intelligencer, 1 Kasım 2004, http://seattlepi.nwsource.com/books/197391_moment01.html
6 Söyleşi için bkz, Paris Review, Sayı: 175, Sonbahar/Kış 2005, http://www.theparisreview.org/viewmedia.php/prmMID/5587
7 Söyleşi için bkz., http://frazer.rice.edu/~erkan/blog/archives/000381.html