10 Aralık 2006 Pazar

Pamuk'un Babasının Bavulu mu Sizi Ağlatan, Yoksa Çaresizliğiniz mi?







Deniz Yalçın

10 Aralık 2006

Orhan Pamuk'un Nobel töreni haftasında, Amerikancı ve AB'ci basın telaş içinde harekete geçti. Ekranlarda, gazetelerde ve köşe yazılarında, tam anlamıyla bir sevimlileştirme kampanyası yürütülüyor. Orhan Pamuk sağanağından kaçmak ne mümkün! Zaman, Radikal ya da diğer bir deyişle Maviler ittifakı yanına Milliyet'i ve Yeni Şafak'ı almış, Star gazetesi eliyle de Cumhurbaşkanı Sezer'e Pamuk'u kutlamaması noktasında hesap sormaya kadar işi vardırmış ve yine çaresizlikten olacak, toplumda heyecan dalgası yaratmak adına bu ödülü futbolun, sporun popüler kavramları ile anlamlılaştırmaya çalışıyorlar. Şahin Alpay, Zaman'da 9 Aralık tarihinde Nobel ödülünü "edebiyat olimpiyatlarının altın madalyası" olarak tanımlamaya götürmüş işi, İsmet Berkan ise aynı gün Radikal'de yayımlanan yazısında, olayın önemini Galatasaray'ın 2000'de UEFA Kupası'nı kazanmasıyla özdeşleştirerek tabana yaymaya çalışmış. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Milliyet'in tavrı da böyle.
Şimdi düşünüyorum da, burjuvazinin devrimci dönemlerinde kendine özgü bir kültürü, bir yurttaşlık projesi vardı. Bugünse emperyalizm çağında burjuvazinin uluslararasılaşmış kesiminin böyle bir projesinin bulunmadığı ortada. Geçmiş dönemin ulusal temelli kültürel yapısını parçalarken, Türkiye toplumunu etnik ve dini temelde kimlik politikaları ile ayrıştırmaya çalışırken, "ulusal" olan her şeyle çatışmayı kendisine sürekli iş edinirken, belleklerde boşluklara ve kaosa ortam hazırlarken, Kemalist Devrim'in yerleştirdiği ulusal kültürün ve kültür politikalarının yerine ne önermiştir bu kesim? Ajdarlar'ı, Semra hanımları, ekranlardan evlerimize giren o “yılışık ulumaları”, dizi bağımlılıklarını, futbol endüstrisini ve dolayısıyla fanatizmi getirip koymuşlardır bu parçalanmış kültürel vazonun yerine. Şimdi o yarattıkları canavara bakın ki, dolanmış sarmış bedenlerini boylu boyunca, boğuyor bu kesimi. Ve bağırıyorlar köşelerinden: "Sevinin bu ödül için". İş artık sadece Türk olduğu için ya da Türkçe konuştuğu için sevinin" tarzı çaresiz haykırmalara kalmış görünüyor. Ne çok kızardı bu kesim halbuki "sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle" olmuşluğumuza. Şimdi o ilkeye sarılmışlar, "canım hepimiz Türküz, seviniverin işte" diyecek noktaya gelmişler.
Aslında farkında oldukları şey şu: Türkiye toplumunda yaşanan büyük kültürel kirlenmeye, yozlaşma ve yabancılaşmaya öyle çok katkı verdi ve öyle çok sessiz kaldı ki bu kesim, şimdi bir edebiyat/kültür ödülüne sevinecek insan bulamıyorlar. Yani durum şu: Toplumu kültürsüzleştirirseniz, sonra kültürel aygıtların üzerinde işleyeceği bir toplum da kalmaz. O bakımdan yapılan anketlerde halkın 1/3'ünün Nobel'den ya da Pamuk'un Nobel almış olmasından haberdar olmaması, sadece Pamuk'a duyulan tepkiden değil. Emin olalım, bu isim Yaşar Kemal olsaydı da aynı olacak ve belki Yaşar Kemal örneğinde Orhan Pamuk için uygulanan kamu diplomasisi taktikleri izlenmeyeceği için bu oran daha da yüksek olacaktı. Dolayısıyla şu birkaç gündür fraklarıyla Stockholm sokaklarını turlayan o AB ve ABD sistemi dışında Türkiye'yi göremeyen zihinlerin Pamuk'un "Babamın Bavulu" başlıklı Nobel konuşmasının ardından döktüklerini ifade ettikleri gözyaşları Pamuk için değil sadece. Bu gözyaşları daha çok yeni emperyalist sisteme uygun olarak yaratılmaya çalışılan kültürel efsane Pamuk için gerekli heyecanı yaratamamakla ilişkili. Herkes kendi için ağlıyor desek yeridir yani. Çöken için ağlıyorlar deyim yerindeyse.
Dolayısıyla Doğan Grubu için Orhan Pamuk, holding sermayesi ile beslenen kültürel iklimde tatlı bir esintiydi, şimdi oldu bir yağmur. Buyrun şemsiyenizi de ben vereyim.
Konumuz Orhan Pamuk olunca, insan nasıl bir kültürel yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu merak etmekten alamıyor kendini. Merak edenler için sözü Pamuk'a bırakalım. Pamuk 1 Kasım 2004’te Seattle Post Intelligencer’da yayımlanan söyleşisinde, bakınız ABD’yi nasıl değerlendiriyor: American culture is my second culture. America is the country I feel second closest to, since I spent some of my high school and college years in the U.S. It is like a second home to me . Yani şöyle diyor: Amerikan kültürü benim ikinci kültürüm. Lise ve üniversite yıllarımın bir kısmını ABD’de geçirdiğim için Amerika’yı kendime en yakın ikinci ülke olarak görüyorum. İkinci evim gibi yani.

Kaynak: http://seattlepi.nwsource.com/books/197391_moment01.html

Pamuk’un bu önemli ve dikkat çekici sözlerini neden mi alıntıladım? Bilindiği üzere Pamuk, Türkiye’nin AB üyeliğinin en hararetli savunucularından birisi. Bunu her fırsatta da seslendiriyor. Ayrıca, Türkiye’nin AB’ye üye olması durumunda işsizliğin azalacağı, demokrasinin yerleşeceği gibi masalsı söylemleri sahiplenmenin yanında, bir de Türkiye’nin AB üyeliğinin medeniyetler arası çatışma yerine medeniyetler arası diyalog adına ilerleme olacağını ifade ediyor. İlginçtir, sürekli olarak AB’nin nimetlerinden dem vuran, Avrupa kültüründen, demokrasisinden söz eden hemen bütün yazarlar, kendilerine en yakın ülke sorulduğunda Avrupa tercihi yerine ABD tercihi yapıyor. Pamuk da böyle. Dikkat edersek, medyada da bazı köşe yazarları için bu durum geçerli. En hararetli AB savunucuları, kritik dönemlerde hep ABD’den yana tavır almakta. Bunu şunu görmek açısından söylüyorum. Türkiye’de medya ve aydınlar aracılığıyla toplumda hakim kılınmaya çalışılan AB masalı da büyük oranda ABD patentli. Kendilerine ikinci yakın ülke olarak ABD’yi görenler (aslında ikinci de değil, apaçık birinci ülke, ama bunu açıkça söylemeleri elbette beklenemez), Türkiye’ye neden AB kapısında bağlı tutulma rolünü biçerler, bu soru üzerinde düşünülmeye değer değil mi?
Kuşkusuz benim buna geliştirdiğim bir yanıt var ve ayrıntılı olarak ele alındığında belirginleşmesi çok olası olan bir yanıt bu: Türkiye’nin AB kapısında bağlı tutulması projesi, ABD’nin projesi çünkü.
Pamuk kısmına dönelim. Hararetli AB savunucusu yazarımız, her nedense kendisine Avrupa kültürünü değil de, Amerikan kültürünü yakın bulduğunu ifade ediyor ve Türkiye’nin AB üyeliği projesinin bir ABD stratejisi olduğunu ele verecek biçimde her fırsatta ABD’nin 11 Eylül sonrası süreçte hegemonyasını sürdürmek için geliştirdiği yeni tehdit algısına ve onun kavramsal cephaneliğine başvurarak yanıtlarını geliştiriyor. Ne diyor hatırlayalım: “Türkiye’nin AB üyeliği, medeniyetler çatışmasına son verir, medeniyetler arası diyaloga katkı yapar.”
O medeniyetler arası çatışma söylemini yaratan da, sonra yarattığı yapay çelişkiler üzerinden kendi cephesini genişletmek için Batı dışı toplumlardan müttefik devşirme yolu olarak medeniyetler arası diyalog taktiğini geliştiren de ABD değil midir? Kuşkusuz öyle ve kuşkusuz Pamuk bunu bilse de, aksini söyleyemez. Peki, Pamuk gibi kimler konuşuyor, kimler Türkiye’nin AB üyeliğinin medeniyetler arası çatışmaya son vereceği söylemi üzerinden siyasetini ilerletiyor? Elbette ABD’de Bush-Cheney-Rice çetesi, AB içinde Blair ve ekibi, Türkiye’de AKP ve Erdoğan hükümeti. Doğal olarak bu söylemin siyasal müttefikleri belirginleşince, kültürel alanda o siyasetin belirgin ve yaygın kılınması görevini üstlenen yazarlara da ödüllerin ardı arkası kesilmez oluyor. Zaten, Türkiye’de Orhan Pamuk’u sevimlileştirme gayreti içindeki kesimlerin esas çaresizliği de, meselenin Pamuk’un sevilip sevilmemesi değil, onun kültürel alanda taşıyıcılığını yaptığı ideolojik kurgunun, ABD sevgisinin, AB stratejisinin ve bir bütün olarak emperyalizmin Türk halkının çoğunluğu tarafından onay görmemesinden kaynaklanıyor. Pamuk’un sevilmemesi ya da aldığı ödülün beklenen heyecanı yaratmamış olması bu bakımdan edebiyatla ilgili değil, bu çok açık. Yazının başında da ifade etmeye çalıştığım gibi, Türkiye’yi çöküşe sürükleyen sistemlerinin ideolojik krize giriyor oluşu ve medyayı teslim alan kalemşörlerin gerekli ideolojik hegemonyayı kuramayışları, panik havasının gerçek nedeni. Devam edeceğiz bu konuya.

Hiç yorum yok: