30 Kasım 2006 Perşembe

Nikaragua Seçimlerinin Öğrettiği: Göreve Hep Hazır Olmak



Deniz Yalçın

19 Kasım 2006


Nikaragua’da 16 yıl önce devlet başkanlığını seçimle kaybeden Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi önderi Daniel Ortega’nın geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen son genel seçimlerde oyların %38.7’sini alarak yeniden devlet başkanlığı görevine gelmesi, Latin Amerika’da halkçı iktidarların adım adım egemenliklerini ABD emperyalizmi karşısında sağlamlaştırdıkları bir döneme denk düşmesi nedeniyle üzerinde önemle durulması gereken bir gelişme. Bu olayda ABD’yi tedirgin eden şey, sadece Ortega’nın seçimleri kazanması değil. Esasta, Bolivarcı bütünleşme seçeneğinin Nikaragua’nın da desteğini kazanması fikri şu sıralar Bush yönetiminin uykusunu kaçırıyor. Kaçırması da oldukça doğal. Çünkü Ortega seçimleri kazanmadan önce Chavez, Castro ve Morales ile bir araya geldi ve Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif’e (ALBA) destek vereceğini çoktan açıkladı. Bununla da kalmıyor. Latin Amerika’dan ABD emperyalizminin kapı dışarı edilmesi için Bolivarcı bütünleşmeye destek verecek olan Nikaragua, tıpkı Venezüella, Bolivya ve Küba gibi ABD ile yapılan serbest ticaret anlaşmalarına karşı ve bu anlaşmaların feshinden, ulusal kaynakların millileştirilmesinden yana. Yani halkçı-devletçi ekonomi ve bölge merkezli dış politika programı Nikaragua’da da iktidara ulaştı, ezilen dünyaya selam veriyor.

Bugüne Nasıl Gelindi?
Sandinistler’in iktidardan düştüğü 1990’dan bu yana Nikaragua ekonomisi tam anlamıyla bir bataklığa dönüştü. Ülke ekonomisi tamamen ABD ve onun güdümündeki IMF, InterAmerikan Kalkınma Bankası gibi emperyalist finans kuruluşları tarafından sömürüldü. Halk bu neoliberal yıkım programının altında ezildikçe ezildi bu süreçte. Ve sonuç: Nikaragua bugün Orta Amerika’nın Haiti’den sonra en yoksul ülkesi. 5.6 milyonluk nüfusun %75’i yaşamını sürdürmek için gerekli olan günlük gıdanın yarısına bile erişemiyor. Okul çağındaki on binlerce çocuk yoksulluk nedeniyle okula gidemiyor, halkın %55’i en basit tıbbi ilaçlara erişemiyor. Nüfusun %45’inin günde 1 doların altında gelir elde ettiği, okuma yazma oranının Sandinistler’in iktidardan düştüğü 1990’dan bu yana %20 azalarak %67.5’e düştüğü ve halkın büyük bir kısmının yasadışı yollardan yaşamını sürdürme eğiliminde olduğu Nikaragua pratiğinde Ortega’nın kamucu programının iktidara ulaşmasının nasıl bir anlam ifade ettiği önemle düşünülmeli.

1990: ABD’nin Çözümü
1990’a gelindiğinde ABD güdümlü kontrgerillalar tarafından altyapısı tamamıyla çökertilmiş Nikaragua’da ABD 80’ler boyunca sadece kontraların mücadelesini desteklemekle kalmadı, aynı zamanda 89-90 sürecinde ateşlenen seçim kampanyaları sırasında Daniel Ortega’nın karşısında Violetta Chamorro’nun kazanması durumunda iç savaşın son ereceği ve “barış”ın tesis edileceği propagandasını da yaydı. Ve 1990’da ABD’nin yarattığı şiddetin sona ereceği umuduyla Nikaragua halkı Chamorro’yu iktidara taşıdı. Chamorro iktidara gelir gelmez IMF güdümlü “yapısal uyum programı”nı yürürlüğe koydu, ülke varlıkları yok pahasına satılmaya başlandı.

1996: Ortega Olmasın da!
1996’daki genel seçimlerde de ABD aynı taktiği izledi ve sağın tek bir aday etrafında birleşmesini sağladı. Böylece Ortega’nın yeniden iktidara ulaşmasını da engellemiş olan ABD, bu kez iktidara Liberal Anayasacılar Partisi lideri Arnoldo Aleman’ı taşıyordu. Arnoldo Aleman da bir önceki başkan Chamorro’nun açtığı gediği kendi serveti lehine, Nikaragua halkı aleyhine büyütmekte gecikmedi. Onun döneminde yolsuzluklar da büyük artış yaşandı. Başkanlığı döneminde kişisel servetini 250 milyon ABD dolarına yükselten Aleman, Nikaragua halkına karşı ABD’yi arkasına almanın rahatlığıyla kaynakları sömürüyor ve ABD güdümlü iktidarının uzadıkça uzayacağını düşünüyordu.

2001: ABD’nin Çözülüşü
Öyle olmadı. Aradan 5 yıl geçmişti. Yıl 2001’di. Aleman’ın kişisel yolsuzluklarının seçimleri kaybettireceğini anlayan ABD’nin yeni taktiği, Aleman’ın başkan yardımcılığı görevini yürütmüş olan Enrique Bolanos’u sağın tek adayı olarak seçime sokmak ve Daniel Ortega’nın başkan seçilmesini yeniden önlemekti. Zira 1990’dan sonra ABD’nin Nikaragua pratiğinde bütün stratejisi, Ortega’nın ve onun şahsında Sandinistler’in yeniden iktidara erişmesini engellemek üzerine kuruluydu. ABD’nin Ortega’yı iktidardan uzak tutmak için elinde kalan son barut, 11 Eylül saldırıları oldu bu kez. Nikaragua’da yoğun bir ABD destekli kampanya yürütüldü seçimlerden önce. Buna göre “Sandinistler’in uluslararası terörist gruplarla bağları vardı”. Yoksulluk içinde kıvranan Nikaragua halkının ABD yalanlarına kandığı son seçim de bu oldu. Bolano kazanmıştı. İktidarı ABD’nin yeni tehdit paradigması tarafından bir kere daha engellenen Ortega ve Sandinistler içinse mücadele yeniden başlıyordu. Nitekim öyle de oldu. Kasım 2006’da gerçekleştirilen seçimlerde %38’in üzerinde oy alarak yeniden iktidara ulaşan Daniel Ortega, 16 yıllık ABD stratejisini de tarihin çöplüğüne fırlatmış oldu.

2006: Sandinistler’in Çözümü
Sandinistler bu 16 yıllık süreci, kısmi parçalanmalar ve ideolojik yalpalamalar yaşansa da, başarıyla yönetti. Kitle çizgisinde kopulmadı. Amerikancı iktidarların ülkeyi halkın “meşru” çoğunluğunun oyları ile yönettiğini söylediği ve kaynakları adım adım tükettiği bu süreçte Sandinistler mücadeleyi hiç bırakmadı. Tarihin kendilerine yüklediği görevin bittiğine değil, yeni başladığına inanıyorlardı. Onlar açısından bu 16 yıllık süre “tarihin pususuna yatmak”tı. Tarih, devrimcileri zamanı geldiğinde göreve çağıracaktı. Öyle de oldu. Sandinistler 1990’da iktidarı kaybettikleri tarihten bugüne kadar hem ABD emperyalizmi ile hem de yerli işbirlikçileri ile savaştılar, ayakta kalma mücadelesi verdiler. Bugün Sandinistler’in iktidardan düştüğü 1990’ın ve onu izleyen yılların ABD’sinin Soğuk Savaş’ı kazanmış, tarihin sonunu ilan etmiş muzaffer edasını hatırladığımızda şunu görüyoruz: ABD güçlü olduğunda Sandinistler’i iktidardan uzak tutabilmişti; zayıfladığında ise Sandinistler yeniden iktidara erişti. Bu bakımdan bu 16 yıllık sürenin, mücadelenin müthiş diyalektiği bize bir şeyin anahtarını vermekte: Sandinistler, yükseldikçe ABD çökmekte; ABD çöktükçe Sandinistler, Bolivarcılar, Kemalistler yükselmekte. Önemli olan buna hazırlıklı olmak.

Not: Sandinistler Kimdir?
Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi, 1979’da Somoza diktatörlüğünü devirmiş ve iktidarı seçimle kaybettiği 1990 yılına kadar elinde tutmuştu. Bu süreçte Somoza diktasının ardından ülkede demokratik seçimlere geçilmiş, yeni bir anayasa benimsenerek halkçı bir dizi reform hayata geçirilmişti. Sandinistler 1930’larda ABD’ye karşı ulusal mücadele yürüten anti-emperyalist Augusto C. Sandino’dan ilham almaktaydı. Sandinistler’in iktidara geldiği 1979’dan itibaren ülkede başlayan halkçı devrim rüzgarının halk desteği alınarak sona erdirilemeyeceği ABD tarafından anlaşıldığında, kontrgerilla kadrolarının eğitilmesi ve ülkede ABD terörünün başlatılması çözümü ortaya çıkmış ve bu süreçte 50 bini aşkın insan yaşamını yitirmişti.

Hiç yorum yok: